Kalender
bilirsin, işim hep karşıdadır benim.
ve karşıya ne zaman geçsem
karşıdan baktığımda burası karşıdır benim için...
yine geçerken dün karşıya vapurla,
virane bir vapur gördüm harem limanında.
öyle yorgun,
öyle çaresiz yatıyordu ki o limanda
sanki, elden ayaktan düşmüş yaşlı insandı o anda...
vapur ilerledikçe önden görüyordum o koca gemiyi.
birden kanım çekildi sanki, ellerim titredi.
sol yanımda inceden inceye bir sızı belirdi...
ismi,
kalenderdi...
bizim gibi nice sevgilileri geçirmişti karşı taraflara
ama şimdi duruyordu karşımda ölü gibi...
hatırladın mı bu gemiyi?
ilk kez karşıya kalenderle geçmiştik.
sen, adının anlamını sormuştun,
ben 'bilmiyorum' demiştim...
gerçi o gün hep kazık sormuştun
ve aldığın cevap hep aynı olmuştu 'bilmiyorum'....
sonra tutturmuştun martılara simit vereceğim diye
gidip almıştım simitçiden üç tane simit
biri sana
biri bana
diğeri martılara
sen
bir simit için havada kavga eden martılara bakıp mutlu oluyordun
çünkü aklınca onları doyuruyordun..
ben
seni izliyordum.
aslında biraz da,
sana doyuyordum...
ansızın bir rüzgar çıkmıştı dağıttı saçlarını
saçların öpmüştü dudaklarını
ellerinle topladın saçlarını
rüzgar izin vermiyordu yeniden savurdu saçlarını
saçların ahenkle dans ediyordu rüzgar sayesinde
öpüyordu dudaklarını...
sonra çıkartıp çantandan tokanı
tutukladın saçlarını.
oysa hala öpmek istiyordu saçların dudaklarını...
neden bakıyorsun dedin,
utandım, 'bilmiyorum' dedim.
beni, seviyor musun dedin,
diyemedim....
evet,
belki hiç söylemedim seni sevdiğimi.
oysa,
milyon kere çoğaltıp gözlerimi gözlerinde
milyon kere haykırmıştım seni sevdiğimi
sen duymadan usulca gözlerine...
o adının anlamını dahi bilmediğin gemide
kalenderde...