Karanlık Metropol
Karanlık sayfalar/1
Bu kent göz ve güven içinde,
yanan caddeleri ek süre içinde farklı,
tepki yağıyor uzaklardan ışıldayarak.
Bu kent gözlerimde ışıldayarak,
tanrılaşmalı aksi halde alev alev,
yangınlar senfoni biçiminde,
şelale gibi tutuşur.
Nankör bir kedi kılığındaki semt,
ve reklam panosunda süzülüyor,
kurabiye ve çikolatalı şelale kek tarifleri.
Bu kent uykuda daha çok gür gürlüyor,
ıssız kaldırımlarda hüzünlü sokaklarda,
yankılanıyor dermansız amansız loş, gece,
ve sis içinde otobüsler geçerken,
onun solmuş mavi güzelliğini,
hatırlamak tek lüzumsuz uğraşım.
Benim silüetim onun ışık çizgisi,
bizim ki radyoaktif bir tutku gibi ölümcül,
kızıl ışık sacarak gürlüyor özlemlerimiz.
Bir aynayı taşıyan berrak turuncu,
denizde iki farklı yansıma gözlerimiz.
Melankolik histeri şeklinde esen rüzgâr,
ve onun görünümü hatıralarımda buğulu,
üzerinde siyah deri abiye ve sanki kemik,
erimesi gibi görünüyor o anlık fotoğraf.
Her nesne, herhangi şekilde bir madde,
ve kuytu caddeler boyunca alevleniyor,
kıtalar arası uzunluğunda, kaynaşan sokaklar,
ve çevrimsel siyah beyaz fotoğraflar,
eski sevdalarımın devrimi,
ve uykusuzluk uyku tulumu içinde.
Dışarısı dolunayın varlıkları ile,
karamsar lider ve şen şakrak mağlup,
meleklerin ordusu.
Lucifer bu amansız savaşın galibi,
asfalt üstünde sarhoş cesetler yığılı,
üst üste babil kulesi gibi..
Ve dışarıyı turuncuya, çiziyor lacivert rulo,
kilitli gişelerden az önce.
Nerede bunca zamandır anılarım,
zincirli kuyulara mı düştü?
belki doğal tütün ürünleri olmuştur?
belki nikotin aromalı duman kokusunun,
içinde buharlaşmış olabilir.
Bir görünmez güzelik abidesi,
tilki gibi kurnazlık içinde yanan caddeleri,
farklı güzellik anlayışı içinde tararken,
aynı anda farklı bir diyarın kırsalında,
çayırlarda filizlenen karanfiller huzursuz.
Bir kızıl dolunay hüzünle yansırken,
mağrur gözlerime,
Alfred Hitchcock filmlerindeki garip,
psikolojik hikayeler gibi hissediyorum.
Ve bilinen sırlar ortaya söylendi,
ve hiç bir şey söylemeden,
sorularım dökülürken,
sonuç Grimm kardeşler hikayeleri,
tadında cevaplar.
O' güzelliğine güvenen pamuk prenses,
Kral babanın yumrukları altında solmuş,
süregelen uykusuzluğum gibi.
Uykusuzluğum Bir ağıt sanki veya,
baş ucumda, ahşap çerçeve içinde,
sessizce ağlamaya bırakılan kitaplar,
Agatha Christie romanlarından çıkabilir,
her an pusuda bekleyen katilim.
Ve mutfakta sen gibi gölgeler,
buyur edecektir karanlıklar sofrasına,
buz gibi soğuk duvarda asılı bir tablo,
o tablo umutsuzluk sırlarını gizliyor,
yıldızların altında, fısıldayan düzlemsel,
ağaçlar ve gölgeye çekilmeye meyilli,
kanatlar.
Yine zifiri gece vaktiyle,
sisli pencereden izlerken,
uykusuzluk uyku kalitesi düşünce.
Gürlüyor,
canlı davul zurna eşliğinde restoranlar,
her zaman,
olduğum yerden sıfır saat ileride bir,
manzara olduğunu gösteriyor,
nemli buğulu gözlerim.
Bu manzara,
ıhlamur kokulu dağ gibi,
canlı rüya gibi,
zehirli şarap tadı gibi,
ve güzel kokular lale parfümü gibi,
martı gagasında Boğaz gibi,
gürlüyor ılık esen rüzgar,
nostaljik bir şarkı gibi.
Ve uzaklaşıyorum, koridor sonunda,
siyah deri koltuk ve karşıda dev ekran,
televizyon,
o dev kutu içinde HD fonksiyonda...
...Seni yemek zorundayım diyerek,
ıssızca oracıkta duran bal peteğini,
ellerinde ovuşturarak ısırık atan,
sunucu bayanı izliyorum.
Sarışın bayan yarı yamalak bir retorik ile,
bakımsız basit dudaklarından bal,
damlarken şok şok bu gece altı kilo bal,
ve bir köstekli saat bedava diye diye,
coşarken,
işte bu kahkaha atarak izlediğim tek,
komedi programı.
Tek eğlencem susunca,
yine döngü içinde duman,
dedektörleri altında,
bir sigara daha ve dumanı derin derin,
ciğerime çekerek yaşamak zorundayım.
Ve küfürsüz sessizce ağlamaya meyili,
seslendirme kaydetmek,
ve bir daha şiir yazmamaya ant içerek.
Turuncuya bürünen,
mavi denizi güldüren, kareler içinde,
İstanbul'un en eski, semtinde,
cesetlerimizin,
doğum gününü kutlamak üzere,
yeniden ufuksuz ışıklara hipnotize,
biçimde uzaklara dalmak.
Suskun //