Kendine Gecekondu Arayan Zürafa
Kuyruğundan tutup
bir ayağı ince oyuncak kedimin,
gecekondu terasından bakıyorum
bana vadedilen dünyaya...
Ablama kendimi anlatamıyorum!
Çocuklar büyü yapamaz;
yoksa altıma kaçırmazdım asla
ve gerek duymazdım yalan söylemeye
birçok oyuncağımın olduğunu
mahalledekilere...
Babam Ahmet; dışımdaki ölü adam!
Annem Sabiha; içimdeki ölü kadın!
İçim dışımla bir değil
yine de güzel susuyorum
ikinci el biberonla
boyun eğmeden
sırada bekleyen kardeşime.
Canını çıkarıyorum tüm emziklerin
mülkiyetini generallerin bile alamadığı.
Süt dişlerimi değdiriyorum
gecekondumun inkâr düşlerine.
Sakız ve şekersiz katlanarak
hegemon veresiyelere,
tatu dövmeli sakız hayali var rüyalarımda.
Sanki Maradona payıma düşecek yenilgi.
Küçük tanrıyı oynayan bakkal Zeki'nin
sadist ruhunda anladım bunu;
otoritenin nane yerine
para kokan ellerini...
" ne olacak memleketin hali? " diyen
Bozo abiyi dün gördüm mahallede.
Sonrası
rengini bilmediğim bir acı
duvarda kanaviçe!
Tarif edemem işkenceyi
kedimin bilmediği bir dilin sözcükleriyle;
suyun hayat olmadığını
tazyikle dokunurken tene!
Savaş bu kadar yakın
Barış bu kadar uzak
bundan belki de...
Adalet kendini boğdururken
suda taş sektirmeyi erteledim.
Oysa Deniz karaparçasıydı hâla
Gezmişlik yasaklandı çok sonra.
Denildi ki resim çizelim Evren'e
haydi
hep birlikte göğe bakalım!
Çok yara var dizimde,
hep gölgemin üstüne düşüyorum.
Sonrasında kalkıp yürüyünce
o hep benimle.
Annemin mezarında denedim, olmadı!
Yürütemediğim toprak adedi
yara var kalbimde...
Ne zaman kussam
doyduğum söylendi;
uzaklaştı kaşığın gözleri.
Çok sonra bir hastane odasında
kırmızı benzerini gördüm babamda.
Sevinçle haykırdım doktora:
" yeter, vermeyin doymuştur O da! "
Kalbimde kuş sesleri
soluğumda bozkır hırıltısı
Dağım henüz doymamıştı hayata!
Bugün zürafa resmi gördüm.
Bizim mahallede yokmuş.
Hatta şehrimizde bile yok dedi abim!
Dünyam karardı.
Sonra sahiden elektriklerimiz kesildi
evimiz de karardı.
Pamuğu dışarı taşmış peluş kedime küstüm.
Belki zürafa olmadığı için
belki de karanlıkta görebildiğinden...
Yıkacaklarmış bizim mahalleyi;
bakkal Zeki'den duydum
dört tane on günden sonra.
Bu yüzden öfkem büyük
bir kıyımın faili olan sayılara,
evimizin damındaki güvercinlerden
beni ayıranlara...
Ben nasıl çocuk kalabilirim
buldozerler geçerken sokağımda?
Ben dönüşümden ne anlarım?
Kentsel toplum seslenişine hazır değilim;
altımı ıslatıyorum, gözlerime dokunmayın!
Tutuklayacaklarsa beni zürafamla
çarşafımla direneceğiz onlara.
Koku da kokuymuş haa!
iki tane bir yıl sonra
sıra arkadaşım Baran'a anlattım ilkokulda.
Acımı, öfkemi bilsin istedim O da.
Baran konuştukça utandım.
Güvercinleri kattiyen unutmuştum.
Yakılan köyünün külleri avucumdaydı.
Solumda Baran, sağımda yanan aynam
önümde öylece ayakta duran zürafam.
Hepsine birden sarılmayı ne çok istedim.
Nefessiz kaldım;
çocuk kekemeliğine şirk koşan kadavraydım!
Hem devlet baba
hem Hasan dayım uzağı göremiyor.
ikisi de bizi ne zaman yakından görse
para istiyor.
Haksız vergi alımı
kadına değil babama şiddet.
Ve işsizlik bu kadar astigmatik yaklaşmasa
direndikçe güzelleşir
gecekondumuzda bölüşmek istediğimiz
ne varsa...
Çünkü susmak aydınlatmıyor sokağımızı
karartmak adetten sayıldığı için.
Kimse sormuyor
çocuklar niçin taş atıyor diye.
Yoksa hükümetler düşmüş, bana ne!
Ben hâlâ bir külah dondurmaya
çamur kokan ademi seviyorum, hoyratça!
Ve kendini biriktirmek,
misilleme yapmadan yırtılan kıyafete.
Mahalle terzimiz ki
yırtık pantolonuma
militan bileklerini uzattı.
Yamaya sesini yüzdürdü.
Vaadedilmiş yasal çözümleri tecrit etti.
Yamayacak hiçbir şey kalmayınca
modanın rütbesini yükseltti!
Bu yüzden
bilinsin kıyafetlerin hayatı örtmediğini.
Ölümün ırksız esir kampında
hepimiz nü!
Restleşerek
eşref-i mahlûkat ihtişamınıza;
bütün oyuncaklarımı alıyorum yanıma,
sırtımı dönerek dünyanıza.
Çocuk ölümlerini kapatmıyor
iffetli büyük elleriniz.
Zürafam uzatıyor incir yaprağını
homojen utanmazlığınızı örtmek için bana...
Hayatın her alanında var olan sorunlara, düzenin çarkına baş kaldıran Şiiri ve şairi tebrik ederim