kimin bu karanlıklar
süzülüyorum
kanatlarımın altında karanlık bulutlar...
ne bana ait,
ne pençelerim kirletmeden önce
o masum
küçük
tombul
esmer ellere...
dünyayı ateşlere vermeden,
yakıp kavuran ihanetlere serptiğim serin suların
rengini bilmeden önce...
şakaklarımdan mı yayılıyor hükmün hakimiyeti
o kuş yüreğimden mi,
gözlerinin içine baka baka seni de çekip aldığım
alınmışlığımdan mı...
kainatta nokta bırakmayan bu şahlanmışlık
bu taçlanmışlık
bu gurur
bu endam
bu sere serpe
bu yapayalnız kudretin coşkusu...
bu kendinden emin karanlıklara damgasını vuran
kan davası...
puslu kanat çırpışlarımda,
bir annenin zifirli göz pınarlarına ekildi o tohumlar.
zamanın katmerli tüllerini aştı
yasaklı yutkunmalara kök saldı gecelerimde,
ciğerlerimde filizlendi nefes niyetine...
yokluğunda çiçek açtı
sarmaşık sardı
zerre zerre
katran katran...
damlalarının derinlerine kumdan heykeller diktim
asırlarca,
yağmurlarına yeniden yüz sürme pahasına
deste deste teslim ettim isimlerimi topraklarına,
batık şehirlerime gömdüğüm ışıklı girdaplarda
aradım sesini,
kalbimin titrek atışlarını harlanmış ateşlerine verdim
o ilk nefesimin uğruna...
senin uğruna...
her yol tutuşumda
parmaklarımdan damladı kırmızılıklar,
seni yakından, biraz daha yakından gösterirken aynalar
uykularımda aldım müjdelerini,
uykularımda topladım bütün koyu renklerimi
gökyüzüne açık avuçlarıma...
ağaçlarıma serpilmiş elmalar misalindeydiler...
ey uğruna siyahtan, beyazdan
ne resimler,
ne ahenkli
ne vecde ayan müzikler tükettiğim!
beni bulduğun yere doğan o en güneşi
kimseler görmedi, bilmedi...
ayaklarım kapkara toprağa yürek dağlayan bir veda yolculuğunda
güneşin karanlığına uyandım sıçrayarak
bir kez daha...
en güneşin en karanlığına battı bütün serzenişler.
kapıma dayandı zaman yolcusu sinsi kalabalıklar
bütün o vicdansız aldanmalar
kılıksız sevda maskelerinden tüten sanemli kokular.
pencerelerimden uzandı dipsiz çemberler
soğuktan morarmış, çatlamış eller.
iç içe geçmiş yapış yapış uçurumların uzaklığında
sahiplik makamında tutuşmuş bakışlarım,
en güzel kavşaklarda yoldan çevirdiler
şu kendini bilmez yakarışlarım...
sahte fiil köklerinden medet umuşlarımda
korkularım,
bendini aşmış kelimelerim uçuşuyor hançer misali
gönüllerimde,
teker teker damlıyor kirpiklerime
yalancı umutlarım,
bütün güzelliğim sebepsiz vicdan azaplarına kurban.
çalınmış saatler, günler,
aylar, yıllar, asırlar...
en beyazı bile siyah
simsiyah...
o uçsuz bucaksız demir yığınlarının
karanlık koridorlarında
içlerimden geçtim bilmeden,
üfledim
üfledim,
ışıklarımda kayboldular
onlar yoktular...
canımla canlanan
canlarım var çokça,
bir de kağıt, kalem ve masmavi bir duman...
yürüyorum...
parmaklarımda yeni damlalar
rengi mor şimdi
eflatuna meyilli
görüyorum...
öylece seviyorum
öylece yazıyor siliyorum
sorar sormaz cevaplıyorum,
kimi zaman sormadan...
veriyorum alıyorum, çoğalıyorum
güzeliz böyle bu caddelerde,
gizli gizli
yıldızlar dökülüyor saçlarımıza,
kucaklarımızda saklı mis kokulu çiçekler
karanlık koridorlarda buram buram
sen kokacaklar
ve ben
ve biz, hepimiz...
dört bir yana topraklarımızdan yağacaklar...
~ayça~
Köşe komşu olarak Ziyaret edeyim dedim :)
Kalem iyi
Kutlarım 👍
Çok teşekkürler 👧
ey uğruna siyahtan, beyazdan ne resimler, ne ahenkli ne vecde ayan müzikler tükettiğim! ... Bu ve bir çok güzel kıtalar da buldum kendimi,kaleminiz daim olsun.
Güne şık düşmüş 👍
Tebriklerimle
"çalınmış saatler, günler, aylar, yıllar, asırlar...
en beyazı bile siyah simsiyah..."
Hani her yazının bir ana fikri olur ya;
İşte şiirin de ana teması bu bölüm.
Ayça Özbay duygu yoğunluklarını, iç alemi ve BEN kavramını gerek yazılarında gerekse de Şiirlerinde çok güzel yansıtıyor.
Kutlarım...
👑