Kum Ve Saat
Giz
Dil sandığı ağırlığın imge ülkeli yolcusu
Şarabı içilmiş yanardağ
Yarım avuç içi çizgisi
Yağmurla yıkanan
...
Göçünde yayılan ışıklar
Aynayla içinden geçer ateşin
Kıyamet yüklü çöl
Kuleler yıkılır
Ki,
Kum ve saat kime dokunsa
Parmaklarımdan mevsimler akar
Çoğalır albüme sığmayan dizili atlar
Sükûnet bir tufan kopar
Yalnızlığın selam kanatlarına
Ruhumun gölgesinde ölüm
Ahreti olduğumuz yaşamın
Bel ağrısı
Herkes beşiğinde dinler şiiri
Köşe başlarında
Çok odalı yüzlerin tarihi
Dağları, nehirleri
Sis güneşin rüzgarıyla ağzıma eser
Eski suların usul sesinde
Gün düşümü çığlığın beyaz kıvrıklığı
Saçlarda papatya uyanır sessizliğin
yara ırmağına
Uçuruma sel boşalan çiçekler
Zamanın karanlık yatağı
Üzümleri mum fenerli
Kıyı fırtına
Herkes kendi beşiğinde dinler şiiri
Gürültüyü kuşanan sadeliğin kelimelerinde rüzgârlar
Uykusuz şarkılar ve
Perdesi inmiş sancaklar
Ama
Şimdi burada
Arkamdaki kervanla
Heceleyerek söküyorum yaşamı
Üstelik kimsenin suretine dokunmadan
Bir şiirin ortasından soluğuna yürüyorum aşkın
Gökyüzünde yıldızlar
Gecede ay
Öyle,
Öyle ağaçlı yol kenarları
İçimin derin avlusuna
Remil düşler gibi
Keyifle okudum
Kutlarım.
Herkes kendi beşiğinde dinler şiiri, bu mısra şiir olmasa da başlı başına bir şiirdi, ne müthiş fırtına... kutluyorum iyi şiir..