Lâl
‎"kitli kaldığım tek demir parmaklıklardır ellerin... demir gibidir, soğuktur..."
ah o, lâl...
o, pencerelerin önüne sıkışmışlıklar...
ölüm sızan sokak lambaları,
boğazımızı kesen yol şeritleri
ve etraftaki insanların yitirilmiş duygularımız için söyleği marşlar...
inanın bunlar dahil hiçbir şey, gidişinizi anlatamıyor...
kulağımıza bir şeyler anlatıp durdunuz, dinlemedik.
iki adım öteden seslendiniz, duymadık.
uzaklardan bağırdınız, anlamadık.
işte sadece bunlar için, belki de son bir umut diye,
arkamızdan konuştunuz. sağır olduk...
ah o, lâl...
o, dağılmışlıklarımızı toplama hayali...
üstümüz başımız kan olmuş yine...
uyuyamadığımız bilmem kaçıncı gece ve yazdığımız yüzüncü şiir
biliyoruz, bütün bunlar gittiğiniz için
bütün bunlar, uyumadan önce telefon başında masal anlatmadığınız için
istedik ki, bedenleriniz gitse bile, ruhunuz kalsın
ruhunuz gitse, sesiniz,
sesiniz gitse, kırmızı kazağınız,
kırmızı kazağınız gitse, gözleriniz,
gözleriniz gitse,
gözleriniz hiç gider mi?
şimdi biz geride bırakılmışlar,
tatil öncesi bavula sığmadığı için bırakılan kıyafetler gibiyiz.
geri dönüşünüzde giyeceğinize, yani seveceğinize söz veriyorsunuz...
ama izin verin.
siz dönene dek sevmemize, uyumamıza izin verin...
şimdi sarılın telefonunuza, numaramız aklınızda biliyoruz...
arayın ve tekrar başlayın masal anlatmaya,
"seni seviyorum" diyerek...
ah o lâl,
o lâl dedikleri dilsiz, biziz...