Mağara Adamı
nasıl anlatsam bilemiyorum
belki kıskançlık bu bendeki
belki kibir belki ego
belki de iki yüzlülük
lakin elimde değil aşikâr elimde değil
benim gülen yüzlü fotoğrafım olmadı çünkü hiç
ya hüzünle bakmışımdır derin derin uzaklara
ya yapayalnızımdır
ya kalabalık arasında sıkışıp kaybolmuş kişi
(laf aramızda bak. sakın bozuntuya verme, biraz da dişlerimden utandığımdan)
sevmemem bundandır fotoğrafları aşikâr
sevmemem bundan
ki
aynalar kadar dürüst değil sonuçta hiç kimse
ve
fotoğraflar kadar yalancı
ben dahil herkes herkese
en nihayetinde herkes kendi kendine
aslına bakarsak
sevmediğim başka şeyler de vardır benim aşikâr
hiç kimse yazmadı adımı mesela
tozlu bir mektup zarfının ne içine ne dışına
gerçi onlar da haklı aşikar onlar da haklı
yalan değil
belki yazardı biri
diye yalandan yere kendimi avutmam bir yana
belki yazardı biri
ah keşke yerimde dursaydım
ah keşke belli olsaydı adresim
nasıl dursaydım yerimde aşikâr hıı
nasıl dursaydım yerimde
ne içim içime sığardı o zamanlar ne dışım dışarıya
hem görmüyor musun yahu
hayatın ne kadar fetbaz
ne kadar aşüfte olduğunu çoğu insanın
ki o zamanlar çok konuşkandım ben aşikar
çenem durmazdı hiç
bilgiç bilgiç ve ukalaca konuşurdum kimseyle
kimseyi bulamazsam tanrıyla konuşurdum
şikayet ederdim paso
evladı şeytana tapanları tanrıya
yani dolaylı yoldan tanrıyı tanrıya şikayet eder
hiçbir mektuba tenezzül etmezdim
ne zaman ki küstüm bana ve tanrıya
işte o zaman postacı yolu gözler oldu gözlerim
ki kim kaybetmiş ki postacıyı
ben bulayım bu devirde
ve biliyorum
tavşan dağa küsmüş dağın haberi yok hesabı
nafile işler bunlar
ve bilmiyorum
belki de nafile namaz kılmadım diyedir hep bunlar
haberin yoktur senin
bir yandan yeşildim
maviye özenen haki yeşil o sıralar
bir yandan kırık zeytin dalı
içime çökmezden az evvel
kalbimin onda dokuzunun onda kaldığı uğur'suzun birince kırılan
kalpsiz
uykusuz
ve aşı tutmayan kırık zeytin dalı
(yokk. yanlış anladın aşikâr. uğursuz değildi o. zamanla bensiz, yani uğur'suz kaldığı için uğur'suzdu sadece. yalan değil, sağ olsun! çokça uğurlu gelmiştir kendisi bana bir dönem. dönem dediğim; sana göre ömür, bana göre bir kalp atımı... ki her kalp atımım onadır hâlâ...)
sonra sonra iyiden iyiye yenildim griye
bu yüzden çok çabuk alıştım siyaha
korkmadım hiç karanlıktan
şunu da bilmeni isterim ki aşikâr
en çok kendime kızdım hep
en çok kendimle savaştım
çünkü bir kere bile olsun
şöyle ağız tadıyla dünyayı dolaşan
çöle gölge çöle yağmur
çorağa lapa lapa kar yağdıran
afrika'daki çocuklar için supsulu bereketli
savaş meydanlarına yıldırımlar saplayıp
herkesi kaçıştıran
etkin
etnik
yekpare bulut olamadım hiç
yazıklar olsun e mi aşikâr yazıklar olsun bana
bu yaşa geldim
ne bulut olup bir baltaya sap
ne karanfil ne gökkuşağı boyayıcısı
ne kırık zeytin dalı
ne kırık at bacağı
ne kırık kuş kanadı tamircisi oldum
gel gör ki aşikâr gel gör ki
serçe parmağımla küçük çukurlar kazıp
serçe cesetlerini gömmekte
ve dibek taşında öğütüp tanrıyla konuşmalarımı
balıklara yem yapmakta tanımam üstüme
haa yalan olmasın
bir de küfürlerimi havanda dövüp
kağıttan kuklalar için fırtına kopartmakta
belki de bu yüzdendi bilmiyorum
mağaraya benzetmişti biri bir keresinde beni
karanlık
izbe
gün görmemiş
soğuk ve uğultulu mağaraya
bozuk para gibi harcanmışlığımı kumbarada
saat sabaha karşıyı cebimde taşıyan
uykusuzun tekiydim o sıra
ki hâlâ daha taşırım saat sabaha karşıyı cebimde
kumbara zaten doldu taştı
sığmıyor ne kumbaraya
ne cebime harcanmışlığım
sabahlar mesai arkadaşım
o da haklıydı aslında
yerimde duramamayı terk edip
yerimde dura dura
küflü
bembeyaz duvar yalnızlığı çökmüştü yüzüme
o kadar
küflü
o kadar bembeyaz duvar yalnızlığı çökmüştü ki yüzüme
anne sütü tatmamış bebe gibi bembeyaz
bir o kadar da mendaburun tekiydi suratım
gülen yüzleriyle kahkaha atıp
top koşturan çocuk dolu çerçeve assam
çatlardı duvar hasetinden
halbuki
kimse anlamasın
acımasın halime
kimse fark etmesin yüzüme çöken
küflü duvar yalnızlığını diye
balçıkla sıvamıştım duvarı
sakallarıma tutunarak duruyordum o sıra ayakta
bıraksam aşağısı uçurumdu çünkü
yukarısı ben olmayan yekpare bulut
bırakmasam yüzüm küflü duvar
direndim
bırakmadım sakalımı uzun süre
sonra sonra
düşer gibi oldum her uçurumumdan
hani uykusunda düşer gibi olur ya her insan
işte o misal düşer gibi oldum her uçurumumdan
sakallarıma tutunamıyordum çünkü artık aşikâr
çünkü terden kayardı ellerim sakallarımdan
ama daha çok tutunmaktan yolunmuş
yoluna yoluna yüksünmüş
yüksüne yüksüne seyrelmişti sakallarım
seyreldikçe tutunamadım
ve düştüm en son aşikâr
düştüm ve gittim ben gibi bir mağaraya yerleştim
mağara hiç yadırgamadı beni haa
ısındık
kanıksadık
kabul ettik
sevdik birbirimizi
sırdaş olduk
yoldaş olduk
sarmaş olduk
dolaş olduk
bir de baktım ki
uçurum kenarına ölmeye gide gide
uçurumuyla ahbap
bu yüzden yüksünmüş sakalına tutunmayı bırakmış
bulut olmayı becerememiş
uçurum kenarı müdavimi olmuşum
amann neyse aşikâr aman neyse
sonuçta aşağısı uçurumdu
yukarısı ben olmayan yekpare bulut
yüzüm küflü duvar
ve ne mutlu ki bana aşikar ne mutlu bana ki
dünya gözüyle gördüm sonunda geceyi
iki gözüm önüme aksın
allah canımı alsın bak
sonunda gördüm dünya gözüyle geceyi
elli küsur yıl sonra mağaraya yerleştim yerleşeli
geceye kavuştum aşikar kavuştum geceye
gözüm aydın
lanet olsun medeniyete falan dedim hatta
bilgiç bilgiç ve ukalaca
hatta bilseydim daha önce yerleşirdim mağaraya
deyip
koşa koşa içimdeki mağaraya çömdüm
mağara içinde
kendi içindeki mağarasına çömen uykusuz adam oldum
sabahı sabah ettim
baktım ki ah bu şarkıların gözü kör olmuş
neyi unuttuğumu unuttum boş verdim her şeyi
ateş böceği topladım geceden
yaktım kendimi
mağara aydınlandı yıldızlar söndü ben aydım
aydım ve anladım
kedi gözüne eşmiş meğer gece mealen
çünkü ışıl ışıl belirince yıldızlar
gözüne ışık kaçmış kedi misali donakaldı
o gece ve sonraki her gece gece
ve o gece anladım ki
ne hiçbir şey ne hiç kimse
ne kedisel ne şiirselmiş
yalnızlık ve mağaraymış gecenin öbür adı meğer
uyumamak vardiya amiri
işin ilginç yanı aşikâr işin ilginç yanı
sonraki gece unutamadığımı gördüm rüyamda
hani şu
kalbimin onda dokuzunun onda kaldığı uğur'suz
var ya
hah işte onu gördüm rüyamda
küçük ölçekli harita gibiydi yüzündeki çizgiler
biraz da parmak izi gibiydi
iç içe dip dibe milimetrik
gerçi çizgiler çizgi değil de sanki
içi çürük çarık anı dolu anadolu gibi
çukur çukur engebeliydi
beni bir rahatlama
bir ferahlama aldı ki sorma gitsin aşikâr
sorma gitsin
oh bee
ohh ne güzel
uzun olacak demek ki ömrü
dedim
boğazkere ve öküzgözünden mütevellit
baharlı
buruk
mayhoş şarap tadı vardı gözlerinin
içmeye doyamadım aç açına uyandım
dudağımda şarap tadı
gözlerini doldurduğum avuçlarım ter içindeydi
gözlerim annemin gözleri
annem ki ölmüş
(ezel kadar eski vakittir annemin ölmüşlüğü)
bu sefer anama aç açına uyandım uykudan
doyamadan aldı diye tanrıya hınçlı
kinli
ve terli uyandım
bir nevi kalkışımdı yataktan hışımla kalkışım
etrafta bakındım şöyle bir
ne anam var ne unutamadığım uğur'suz
saat kuşluk vakti ateşimi yaktım
mağara ısındı yıldızlar söndü
ben buza kesmiş
ben şaraptan sarhoş
tuttum çay içtim aydım
tek celsede sıyrıldım hıncımdan
eli elimdeydi annemin
bu sefer açı açına maziye uyandım
hatta haberin yok senin aşikâr uyuyordun sen
içtima yaptım
soldan sağa saydım
ne kediler ne gece ne ateş böcekleri vardı
sağdan sola saydım
ne dibek taşında öğüttüğüm tanrıya sitemlerim
ne havanda dövdüğüm küfürlerim ahaliye
dipsiz mağara
ete kemiğe bürünmüş yalnızlık
ve tabii ki ben vardım
ete kemiğe bürünmüş yalnızlığa kurban
bir deri bir kemik bir ben
bir çırpıda
koşa koşa içimdeki mağaraya göçtüm tanrıya vardım
o da yoktu şatosunda
belki de ben gibi şarap içip sızmıştı
belki de mağaraya sığmamıştı ben gibi bilemem
tuttum uçurumuma sığındım
ayılamadım
sonra sana değil kendime dedim ki aşikâr
en kötü
üstünde sadece adım yazılı
başın sağolsunlu taziye mektupları yazarım kendime
kırk yıllık hatıralarının hatrı tükenmiş
mağara dışında kalanların ardından
üffff
aman boş ver aşikar aman boş ver
ha kimse görmemiş beni
ha ben kimseyi
zaten hiç aynam olmadı biliyorsun mağarada
fotoğraflar da yalancı malum
mağara kapısızken de karanlık
yüzümde küflü duvar yalnızlığı hem
yekpare bulut da olamamışım zaten
daha ne olsun
günün sonunda diyeceğim o ki aşikâr
uzun metrajlıydı filmim ve
ben kısa kestim
çünkü kısasa kısastı yaşamak
ve çünkü
sırtı dışında her şeyi görüyor insan şu hayatta
yine de bitmedi film biliyorum
çünkü hayallerinde yaşlanmıyor
istediği her şeyi yaşıyor insan
sonuçta çoktan ve çokça ödedim diyetimi
ne mutlu bana
....
Kendi sırtını sobelemiş şiir. Çünkü görülmesi zor olan ayrıntıları dahi kucaklamış mısralarda. Anne güzelliğin, şefkatin, merhametin simgesi. Hepimizin içinden geçtiği düşünce koridorundan bu şiirle bir kere daha geçmiş olduk. Tebrik ediyorum Uğur bey.