Mazi
Şar köyüne çokça millet kurulmuş
Hamurunda nice Adem yoğrulmuş
Kavga etmiş gün gelende bir olmuş
Gurbetmiş ya emek yolunu tutan
Bir mazidir biz insanı avutan
Hani Şar'ın dağı taşı deresi.
Keklik ötmez nerde tarla faresi.
Güz sonuna bahçelerin meyvesi
Başağına baksan üstünde olmaz
Adettendir kim yedi ki sorulmaz
Ağalar almış hep sulak yerleri
Köylüye bırakmış ot bitmez yeri
Ağalar serinde bize zemheri
Onbaşıyla çavuşları almışız
Ağaların gölgesinde kalmışız
Dayım motor ile velhan sürerdi.
Sarı dayı damdan karı kürerdi.
Tezgaha kadınlar ipi gererdi
Kuyuda çaputtan çulu dokurdu
Istar vurup dertli türkü okurdu
Tüm beşikler Bursalı'nın eseri
Güzeleydi köyün meşhur ebesi
Yüz yaşında bile yoktu gidesi
Bir asırın her tarafı bir anı
Rüya gibi seviyordu dünyayı
Osman dayı ağaçların kocaldı.
Terk edilmiş bahçe mirasın kaldı.
Seni saran toprak kimleri sardı.
Dualarım sana ey güzel edep
Bir sohbeti vardı sevmeye sebep
Bayram olur kapı kapı gezerler.
Kuşburnuyu kabuğuyla ezerler.
Çul çaputa tarhanayı dizerler.
Bir kışlığa çekilirdi eziyet
Zemheridir dinler mi ki mazeret
Kızlar değirmende yünü yıkardı.
Fazil dayı sobaları yapardı.
Dursun usta ökçeleri çakardı.
Küçük sanatkarlar dostluk kardeşti
Bir rüyaydı sanki geldi ve geçti
Dado dayı emek çıkmış bahtına.
Bir gardaşı meleklerin saffında.
En büyüğü kurulmuş ya tahtına.
At sırtında dimdik durup gezermiş.
Gençliğinde gardaş demez ezermiş.
Kızlar tokaç ile çulu dövende.
Topal ömer ev önünde sövende.
Hacı duran kürek tutar düvende.
Bekir dede gönül vermiş yörüğe.
Arada bir asılırmış körüğe.
Hacı Bekir kurulmuş yanık dereye
Koca orman gitmiş kömür derdine
Bir mirasçı bırakmadan yerine
Zaman geldi geçti körük kırıldı
Olan kıra oldu bağrı delindi
Abdulla da keklik gibi öterken
Bir kekliğe dağdan dağa geçerken
Dolma tüfek saçmasını dökerken
Nice avın postun alıp soyardı
Delik postu önümüze koyardı
Dedem gönlümde kahraman erdi
Şakacı köylüler hep gukku derdi
Vakitsiz ötene fena söverdi
Bir bahçeydi onun bütün dünyası
Bir onurdu bize kalan mirası
Ali dede Allah Allah diyordu
El sıkıp ta bizi selamlıyordu
Cebine üç beşte şekeri koydu
Bir şekere kırk bir takla atardık
Mezarlıktan yol boyuna bakardık
İmdat dayı nameleri dizerdi
Dedem ayağıyla üzüm ezerdi
Dado Şaban davar ile gezerdi
Dokuz kurdu bir deynekle öldürmüş
Bir yalanla koca köyü güldürmüş
Lök Hüseyin termos çayı içerdi
Çatal ile dağda yonca biçerdi
Her bayramda kendisinden geçerdi
Lök Hüseyin bir şiire başlardı
O şiirde koca köylü coşardı
Özlemiş sobada meşe yakmayı
Kim açmışsa kapatmıyor kapıyı
Bu ne sinir böyle pakırcı dayı
Yaşlanmış artık hasret bahara
Söküp te kapıyı koymuş kenara
Aladdin abiydi düğün dernekçi
Bir halayla kaç kişiyi everdi
Tedaşa girerek hacına geldi
Kırkımdan sorumlu devlet bakanı
Bağırarak söyler alın takanı
Çokça duyulurmuş kazmanın sesi
Kıymete biniyor ya daim eskisi
Neyi bekliyordu kazı bekçisi
O zaman bulunmuş olanca mülk mal
Nerede uyuyordu şu bekçi Kemal
Yoğurtlar asılırmış ardıç dalına
Örse konmuş çekiç vurur tırpana
Sıcağın tozu terler bir yana
Tarlada terleyen artık kalmamış
Hezanda asılı tırpan paslanmış
Dut dibine telis çulu sarardık
Bakır teşte şıra olur dolardık
Bin hevesle teşt dibini yalardık
Bir pekmeze hasret kaldı damağım
Pekmez bana ben pekmeze ırağım
Buğday nohut ile dolu tarlalar
Pıtırak dolmuş ta küs gibi yatar
Tarla parası mı rençberi yıkar
Kalk silkelen neşelensin kuzoluk
Tarlalara gelsin bereket bolluk