Mehlika
Kaçıncı mevsiminde iken ömrümün
şu tarumar olmuş bahçesinde
gülümsemeleri yarım kalmış yüzümün
hatıralarıdır ellerime düşen güz
niçin bir yol getirmez bir yol götürür
araya dağ girer taş girer uyku girer unutturur
gün eskir yüz asılır gül kurur niçin
benim ömrüm kısadır kelebeklerden
serviye benziyor karşıdan baktım
rüzgar bile dokunmuyor seviden öylece dur
dur hasretten öyle bir şehir düşün ki çıldır
bin asırlık yalnızlıktır bu yeni değil
gönlüm el vermiyor ki gitsin
dallarda yolları bozulsun aşiyanların
o son yapraklarda düşmeden
kıyamete kadar ana oğuldan ayrılsın
şimdi içimde saklı sarnıçlarda biriktirdiğim
gözyaşı şişelerini tam da yere çalmışken
çıkıp gelen kadınlardan utanır gülmem
verdiğin ömürden başkasına da eyvallah etmem
gün geceye karışır insan bilmeden bile
sokak lambalarının ışığına alışır
kopan bir kıyamet gibi çığlık çığlığa gelsin ayrılık
nasılsa gökyüzünde ikimizin bir yıldızı var
ama dur şimdi değil kaldır başını bak
bir tayın alnında doğmuş olabilir koşup gelebilir baht
büyür büyür büyür zamansız mekânsız
göz bebeklerinde Tanrı aşk ve yıldız dediğin