Ölüm...
"Bağışla beni,
Geride kâğıdı kalemi boynu bükük bırakan,
Beyaz gömlekli mahkûmum.
Bir gardiyan kadar olamadım...
Sana son isteklerini soramadan vedalaştım...
Korkaktım"
Ölüm...
Sessiz senfonim,
Ellerinde kıvranmak istediğim
Sevgilimsin sen.
Yaşamlar görüyorum
Senin ardına sığınmış
Ölüyorum...
Yaşamın karamsar kıvrımlarındayım.
Yüz yıllardır yaşıyorum,
Bir tek gün yaşayamadığım
Hayata yanıyorum.
Kalkıp dirilemediğim
Suskun kaldığım hayvanlıklarda
İnsanlığıma kara leke,
Susuşlarda ölüyorum...
Ben,
Ölüm fermanlarında gizli
Kırılmış kalemlerin,
Cezalarını toplayıp kendimde
Herkesçe ölüyorum,
Darağaçları ardında bırakıyor,
Ruhsuz bedenleri
Ben bir meni şeklinde
Bir rahme düşüyorum,
Düştüğüm gün ölüyorum...
Ölüm,
Musalla taşındaki son resmim
Toprakla kucaklaştığımda
Kabul edilmeyecek cesedimin
En siyah tonunda
Yaşama konmuş virgülüm
Sonsuzluklarda yaşamaya geçtiğim
Hesaplarımda denklemler kuramadığım yok oluşum
Yani,
Bir ölümden diğerine geçtiğim
Ölmeden ölüyor ruhum
Bedenimi ellerine hapsediyorum yaşam
Köklerinden koparılmış
Ağaçlar gibiyim.
Bir rüzgâr gelse devrileceğim
Nerde benim direniş türkülerim
Yitirdiklerim...
Ölüm özürlerle geliyorum sana,
Yaşanmışlık hikayelerim olmadan
Seni sahiplenmekten utanıyorum
Diriliğim çakal yuvalarında
Leş kokularına bulaşmış .
Leş kokularıyla yaşıyorum!!!
Yaşam senfonim,
Senden utanıyorum
Ölüyorum...
Ayaklarımın üzerinde durmak yerine
Dizlerim üzerinde yaşamaktan ölüyorum