On Altının Altı
sanki kolunda saat yokmuş gibi duvara baktı
ünsüz ölmüş kedilerin bağırmasını bekliyordu
perdeyi aralasa mıydı acaba
yüzü havaya değse onu kimliksiz sanabilirler
atabilirler on altının altından yine
yine kaldırıp attılar on altının altından
zigonlar sehpalar gülümsedi
sıkılınca eline saplı bir bıçağı oyalardı ağzında
ağzı
örtüsü üzülen bir kıpırtıyı sildi göğsünden
gelmesini istemediği saygıya değer ne varsa
onlar da atıyordu kendini pencerelerden
ilk defa sıcağı ters köşeden yemiş gibi sevindi
sırtı ile yaşayanların efsanesine dönüşürse
zaman kırlangıçların bildiği gibi değil de
çer çöp bir yuva uğruna ölmekse
dönmese de olurdu yolundan
ikilemin güzelliği bu
kim olduğunu unutuyorsun
aynı mezara iki kere yuvarlanmış korkular taşıyorum hep
sanat yakınlaştığı tuvale yalan söylüyor
hangi kitaba bakarsan bak kıpırdamayacak bedenin
taşlarda yorulan harflerden başka
yaprağınla konuşan kuşları seveceksin
evet önce kimya
sonra ayın bulanık bakışlarında uyanıyorsun
yıldızlar yakıcı olmayan sevinçlerle selamlıyorlar hiçliği
güneş içime bükülen varlık lisanı
ateş yutuyorum palyaçoların zamanından
ki zaman
hala on altı.