Onulmaz Sayrılık / Herkes Yabancı
Sizleri gördüğümde !
Birer seraptınız alabildiğine
Bir çöldeki onulmaz sayrılık ...
Adınızı unuttuğunuzdan
Umutsuz bir duaydı
Haykırışınız !
Kimse fısıldamamıştı sesadlarınızı nehrin kulaklarına
Vadiler bihaberdi varlığınızdan
Ahşap evlerinizden tren sirenleri duyulurdu, davetkâr
Siz günaha çağrı sandınız...
Zemheri gecelerinizdeki pırıltılı rüyalarınızın dilek fişeklerinde ölü yıldızlar,
Ölümsüz sandığınızdan yok saydınız gece düş bazlarını
Salıncakları
O açelyanın yapraklarını hiçe saydınız
Gölgeli zamanların düşsavarlarıydınız
Düşleriniz taşlara yazılı
Oysa...
Taşlar yavaşladığında ve gök yer ,yer gök olduğunda anlayacaktınız Tanrının elleri olduğunuzu !
Parmaklarınızın yokluğunu ...
İşte buydu bilmediğiniz rüya
Yoksulluğun kokusunu daha önce hiç duymamıştınız !
Ki hiç uyumamıştınız ki bir kez olsun usulca !
Bakışlarınız hayal hareli halkalar olabilirdi bir göl kenarında !
O kuytu kuyuda saklı şimdi düş ....
Ölüme yazgılıydınız
Ah şimdi söyleyin
Şimdi söyleyin
Kış ayazının beyaz meşalesinde pervaneleri
Gonca alazının gülünde coşkuyu
O doğmaya yazgılı çocuğu
Kim doğurtacak
Söyleyin , kim !
Ebemkuşağındaki rengin asil gölgesinde çekilirken kılıçlar
Ve çığırtkan kuşların sesiyken savaş ve evet aşk !
Kim muştulayacak sessizliği...
O kimsesiz göktanrısında tini
Söyleyin hangi lir doğuracak !
Alkor bir çiy uçarılığında müjdeyi...
Ayak izlerimiz çoktan kaybolmuşken
Seslerimizde eksikken sözümüz
Dilimizi yutmuşken üstelik
Kim doğuracak bizi !
Kalabalık ,sessizlik ve utanç biler kendini s/ese
Varlıkta yokluk büyüsü ışıldar
Yoklukta gülümser alınganlığı güneşin
Kırışık yüzlerinizde bir zaman tanığıdır an
Gülümser tarih gamzenizin kıvrımında
Göz kırpar aydınlık o gerçek dokunuşa
Vakur aldanışların busesinde hatırlanır gün
Gülün ömrü yetmez bir aşkı anlamaya
An rayihasına yüzlerimizin nefesi konduğunda
Soldururuz günü!
O anda bozulur büyü!
Yarına gebedir dilek ağacı ve ebemkuşağında gece
Ocağı tüten evler dikilir karşımıza sonra
Sonrasında düş ve
Aklımızın son hatıraları
Ölü yıldız dikey uzayda parıltılıdır ,
Bir sigara içiminde ikimizin düşünde kan revan bir aydınlık !
Bir kış çiçeği !
Karın derinindeki sürgün
Düşbaz düşümüzün sessiz dili !
Ne çok şey anlatır büyü !
Sessiz şarkı dinlenir boşlukta
Ansadığımız kara toprakta, canda ve camda toprak ve aynada ,
Su çözülür
Yüzümüzün gurbetinde ve özlediğimiz bakışlarda ,bakışlarla ağarır tan ,
Üşür !
Yalın yağlı urganın üzerindeyken siz !
Yani ufuk cambazı ip üstündeyken
Yalnızlık çok ağır çekiyorken yerçekimsiz boşluklarda
Kalp çekimli karanfil pembesine, dolunaya asılı durur çürüyen etimizin sessizliği
Sokak lambalarının yorgun direkleri göz kırparak bakar aldanışlara !
Şarkımızda asılıdır çaputlu dilek ağacı,
Ağaçta kuş sesi
Ezgisinde melodik bir düş/üşme kavga ederiz yine !
Kendimizle !
Dizlerimiz kanıksamıştır kanı ,
Daha nice yaralara gebedir gidişlerimiz
Hayat der geçersiniz !
Okkalı bir küfür savurur geçer gölgenin iyiliği
Garip bir kahkaha deler geçer gün saydığını
Gök delinir!
Sanki toprak! tanrısıdır denizin....
Unutulur renkler
Unuturuz rengimizi
Toprak utanır...
Unuttuğumuz renk
mavidir, bir düğümdür, nehirden kalma soluk an’a öykünen su yeşili
Bulanık bir su birikintisi ,
Nefessiz bıraktığımız o son ayrılıktaki yıldız kayması,
Gök sızısı ....
Geçer...!
Su ve geçmiş! Hem eksiktir, hem eskimiş...
Geçer!
Gökyüzü delinmiş...
Geçer evet, zaman ilaç olamasa da geçer. Tebrikler Gülgün hanım.
Hayat gibi anlaşılması zor ve gizemli olmasına karşın okunası bir şiir... Teşekkürler Sayın Şair.