Oyun
eylülde açıldı birinci perde;
sahnede bir ceviz masa
dört yaşlı iskemle,
ak saçlı ebenin efsunlu elleri kalkmış yukarı
iki kanlı kanat kadar telaşlı,
biri can derdinde
biri müjdeci
iki başlı kuş gibi çırpınıyor havada,
şamdanın kızları yanarak raks ederken odada
alev alev kanıyor gecenin aynadaki hali
/su yetiştirin!/
tutuşmuş doğum tablosu...
sancısını canından söken gebe
bağırarak çağırdı karnındaki yolcusunu,
ağlayarak geldi beklenen
ilk nefesiyle atlayıp hayat eşiğini
meleklerin alkışlarıyla
zorla başladı oyuna...
önce beşikteki saltanat
sonra tahta at
ve üç tekerlekli bisiklet...
cam misketiyle oynarken anladı
herkesin avuçlarında tuttuğu
bulutlu
kırlgan bir dünyası vardı.
ikinci perde...
fonda ihanet marşı
fikre karşı derin darbe;
dekor rezalet
buyurun nezarete!
üç nemli duvar
bir demir kapı
ve köşe kapmaca oynayan iki fare;
kemikten yapının içindeki hazineyi koruyarak
saklamak istercesine kalbini kem gözlerden
yaralı kollarını göğsüne bağlayarak
kısarak ürkek bakışlarını
zonklayan kanlı yürekle
makyajsız bir yüzle
girdi sahneye
kostümsüz
ve çıplak...
işkence...
yankı
/insan onuruna yakışmadığından
karartılmıştır bu sahne/
isterseniz duyarsınız çığlıkları.
ve mahkeme...
yüce gönül yargıçları!
uçurumun yamacında ekildi benim fikrim
başaklanırken sevgim yağmurlu gecelerde
bana düşmeyen bir damlada gözüm olduysa namerdim,
ne kimsenin peşinden gittim
ne de yalanı tuttu elim...
ırmağa döktüğüm yılları bilseniz şaşarsınız!
beni alçaklar köprüsünden geçerken
kılıf biçerken gören olmamıştır
asla minare çalmaya niyetlenmedim...
yalnız yürüdüm kendi şarkımı söyleyerek
bazen ayak sürüdüm
bazen koştum bu yolda;
ama hiç çekinmeden verdim düşlerimi
telaşla geçen rüzgârın kollarına.
/bakın şu deliye!
herkes repliğini ezberlemişken
o bildiğini söylüyor
aldırmıyor suflörüne./
son perde...
sevda sahnesi.
bir yanda ışık şelalesi rengârenk dökülerek
gövdesi beyaz sarmaşıkla sarılı
bin bir çeşit çiçeğin açtığı ağaca akarken
diğer yanda yağmur taşıyor rüzgâr
öfkeyle sallıyor zamanın dallarını;
alev gömlekli adam sarılıyor hasret kostümlü kadına
öpüyor boynundan iki kelimeyle,
çıldırıyor mevsim
çalkalanıyor hava,
kopan fırtınada başlıyor sevda dansı
/ne şansı!../
akasyanın yakasına kendini takıyor petunya
ateşin omzuna koyuyor başını,
yağmur ıslatıyor
rüzgâr tarıyor saçlarını kendi elleriyle...
savrulurken yer yerinden
sallanıyor aşk beşiğinde iki yürek
geçiliyor sevda eşiği
/bu da son saltanat/
yarım kalanlar tamamlanıyor sanki!..
bitmez bu aşk sevgilim
gözlerimizdeki perde kapanmadan;
sen sakın çıkarma
boynuna taktığım kalp kristalinden tümceyi!..
/bak!.. son dizeyi senin için çaldım Aragon'dan./
Harika bir biyografi . Hayat oyununu perde perde anlatan bir oyun ve illa ki mükemmel bir şiir . Tebriklerim çok ama çok .
Çok güzeldi şiir hocam,herzaman ki gib.Tebrik ederim.i