Saat 18:00
saat on sekizdi kalktığımda yataktan.
yüzümü lavaboda yıkar yıkamaz koydum ocağa çaydanlığı kaynasın diye bir demli çay.
ısıtmaz mı sandın içimi
sen gittikten sonra hiç bir şey.
çayım kayanayana kadar salonda mızmızlayan kedimle sohbet ettim
onunla oynadım.
sevgisini o kadar büyük pençeleriyle gösterdi ki
korkup kaçtım.
kedimi ev arkadaşıma teslim ettikten sonra
güvenle demlenmiş çaydanlığımdan bardak dolusu çayı akıttım.
etrafa yayılan buhar tüm salonu sardi.
eskiden kokun sarardi etrafı, nefesin bugulanirdi camlarımda.
özler miyim sandın , bekler miyim sandın arkasına bakmadan giden kızı.
çay aç karnımı daha bir acıktırmıştı
aldım elime bıçak kalıp peynirden ince bir dilim keseyim dedim
peynir elimde dağıldı.
bende dağılan parçalarını toplayıp ekmeğimin içine doldurup öylece yedim
aç kalır mı sandın, karının doyuramaz mı sandın beni.
saat on sekizi yedi geçiyor şimdi
yedi dakikada yazdım ben bu hikayeyi.
seninle bir ömür sürecekti birlikteliğimiz
bak yedi dakikada bitti
artık anlatmıyorum seni
artık yazmıyorum da
kendime yeni birilerini buldum
bu sefer bir kişiyle de idare etmiyorum
çünkü güvenmiyorum
o da giderse aynı senin gittiğin gibi
arkasına bakmadan hızlı.
tek başıma kalmayayım diye.
ikincisini de yedek ayırdım.
benim sana ihtiyacım yok
işten eve dönerken
ben her gün yolda gördüğüm fakire dilenciye sadaka atıyorum
çok şükür Allahıma
senin zulmünü gördü de
beni senden ayırdı.