Sandal Ağacı
şehrin boğuk sesleri rüyalardan olmalı
gecenin jilet kollarını esmer bir çocuk
bir arabanın camına yansıyarak anlatmıştı
neon umutları saklayacak zulası yok kimsenin
Ve bir kavramdan ötekine yüreklerimiz mürekkep lekesi
bozkırda bir tilkiye ah demek günahtır
gözyaşını havanın nemine ekliyorum öyle eksik
kuraklığından mıdır bilmem içimin
ağacı anlattığın kadar yeşili bilirim
İkna etsem yakalayacağım ikimizin gölgesini
sudan susmayı
her yolun varacağı yoksun havzaları işittim
bütün yağmurlar beşiğini sallar denizin
Sen;
dalgaların getirdiği çöl çiçeğisin
özsuyunda akar adı sandal ağacı
suçlar rahmet kokar bağışlamanın nefesinde
her ışığa bakamaz insan
bazısı ölüm kadar sessiz ve içten
ruhumu bir çölde bıraktım
kimseler inanmıyor
Ben, ben değilim..
Hıçkırıklarla rüyaları karşılayan esmer bir aldanışla baktım yanağı gül kokan masalların ötesine giden O kimseye... Benim anne kavramından öteye geçişim kahr olası vakittir öğrencilere iki bilinmeyenli denklem anlatışım, susmayı ekleyerek tüm eşitsizliklere ölüme gardımı alarak... Bilmem, kurak mıdır içim? Her nasihatinde parmağı tehdit doluydu babamın, oysa tek gördüğüm nasırlı parmakladıydı, hiç söyleyemedim. Kendi susmamı işittim. Çünkü susmak evimizin çöl çiçeğinin kıblesiydi. Her ışığa secde edemezdi insan. Sildim ikbâlsiz bağışlamanın nefesini, yine de annem kokar kursağımda daralan el yazmalarının motifi...