Senin Adın Aşk İstanbul
İstanbul sana geldim
Bütün hüznümü geçmişin karanlık mahzenlerine gömerek
Üzerine bin asır kilit vurarak kederin
Şimdi ne sana, ne de kendime susuyorum
Dinle; şimdi ben konuşuyorum.
Sen savur saçlarını, çözülsün örgüsü gizemin
Bilirim tuzlu yağmur söyleyeceklerim kadın dudağına
Kaç kez geri döndüm, kırmızı can çekişen bir karanfil elimde
Sarsılarak boğazından
Ah İstanbul!Sen ki her aklıma geldiğinde
Damarlarımda kanım donuyor
Bazen küçük bir çocuğun şaşkın bakışlarında
Minyatür bir iskeleden denize salınıyor anlatamadığım düşlerim
Kefenleniyor kız kulesi
Ve susuyor ağustos böceklerinin sesi
Takılıyor bir balıkçının ağına suskunun ağrılı nöbetleri
İşte o zaman
Kasırgaya karışan hırçın bir dalga olup, dilime dolanan bütün engelleri
Kumdan kale gibi yıkıyorum
Fakat bunları sana söylemeye korkuyorum
Korkuyorum İstanbul
Ay güneşi kovalayıp
Gecenin mahrem karası yüzüme sürülünce
Aşk ve hatıralar geçiyor gözlerimden
Ve asi bir kız adımı çağırıyor
Işıltılı bir kentin gizlice kanayan yedi göbeğinden
Ve biliyorum
Kör bir şehirde iğne aramak benimkisi
İmge yakışmayan şiirlere abartılı tümceler yığmak
Parmak aralarımdan su gibi akan hayatı
Bir ucundan yakalamaya çalışmak
Aldanma gülüşüme İstanbul
Tarih kokan kaldırımlarını gözyaşımla yıkarken
Bir labirentin en çıkmaz sokağında
Boşluğa asılıyorum
Yoruyor yokuşların
Uzanmak istedikçe gökkubene
Avuçlarımda hâlâ inadı kırılmayan bir yemin
Ve iki yakaya ayrılan kalbim
Dinle İstanbul
Son vapura yetişmeye çalışan bir martının çığlıklarına yazdım sustuklarımı
Ve bunu nasıl istersen adled
İster aşk de
İstersen yazgı
Ben dilime kıstırdığım iki efsunlu kelimeyi yas/aklıyorum
Şimdi bağır dilediğince, seni dinliyorum!...