Sobe
"
Düştüm bir öylesi çekilmez derde,
Ne ölümü düşünürdüm, ne yaşamak korkusu,
Ne sır aradım her şeyde, ne gariplik var serde,
Ne kara sevda, ne sevmek, ne sevilmek arzusu
Artık her şarkı dokunur bana bu şehirde.
// Enver Gökçe //
""
Yağmuru göçe zorlayan bulut kadar gerginim şu sıra
Duvara yamuk çakılmış
Boynu bükük paslı çivi kadar huysuz
Avuçlarımdan damlayan gözyaşlarım kadar kurak
Çölde sürüsünü kaybetmiş
Gökte Zühre arayan yönsüz kervancı misali kavruk
Kalabalıklığım kadar tekil
Menteşesi paslı
Rüzgarda gıcırdayan
Yaşlı
Ahşap kapı gibi gözlerim
Her giren
Şu karanlık
Şu tozlu bağrımı görüp kaçıyor
Cinnete meyilli bu gövdemden
Yalnızlığım ipek böceği misali kendi mezarını örüyor
İçimde matruşka misali
İçin için boğulan azgın nehirler
İçimde asbest bezeli şarampol
Ha düştüm
Ha düşeceğim
İçimi kemiren kurt bile kan kusuyor şu sıra
Kurtulmak için zindanından
Tekmeliyor ha tekmeliyor
Var gücüyle göğüs kafesimi
Sığmıyor çünkü bu nefes bu bedene
Yetmiyor artık hayaller
Tükenen bu ümide
Çünkü:
Sırtlanlardan kaçırmak için sırtlandığım
Diken diken olmuş ruhuma
Yivli bıçakları saplamaksızın
Örselenmiş kabukları diken dikene şu sıra
Çünkü:
Uzak diyarların türküleriyle gurbete düşmüş düşüm
Dilim dilim dilimlenmiş dilim
Katar katar katmış omuzuma
Suskunluğun yükünü mazim
Direnci tükeniyor anlamın
Kangren olmuş
Körelmekte hislerim
...
Senin olmayan ama
Seninle var olan zamanın
Karanlık
Dilsiz ve dinsiz algısıdır bu
Gönlünde beslediğin kuşların
Her göç mevsimi festivali
Her veda merasimi
Her kanat çırpışı senin kimsesizliğine
Kırar kiremitlerini gövdenin
Yıkılır zaman
Ezilirsin
Anlarsın
Göç değil
Olsa olsa inkardır ikrardır firardır
Kaçan kaçana isyandır bu
Yıkılırsın
Oysa
Hep senli benli bizli olmalıydı hayat
Ayrılıktan uzak
Kalabalıktan hallice
Oysa
Hep çocukluk olmalıydı hayat
Yüzümüzde tebessümün şavkı
Dilimizde afacanlık
Kulaklarda kahkaha çınlaması
Önüm arkam sobe