Sufâne
Gönül köprüsünden aşkın ırmağına düşerken
Ömür yolculuğunda sulh etmek bazen zordur
Akıl kapı dışarı, aşk kalpten içeri olduğu vakit
Mandalla asılı libas gibi sallanır bazen mantık
İnsan özünün acz olması bundandır.
Şimdi yüreğimin pazarında telaşesi bol bir korku
Aklımı diri, kalbimi güçlü kılan bir dua’ya sığınıyorum
Kaçmak her zaman alınacak yaradan kurtarmaz insanı
Ki davası yar olanın, yaradan korkusu büyük olur
Lakin aşkı giyen, ateş olsa yanmalı…
Gönülden gönüle köprü kurarken insanoğlu
Fatiha’nın sırata yol olduğu gibi uzanmalı
Mahkeme-i Kübra’da yan yana durdurmalı
Aşk, aşkın asıl sahibine ulaştırmalı
Ki… İnsanın en ağır yükünü hafifletsin
Şimdi gönül gözümdeki pencereden bakıyorum
Yüzüne düşen hüznün ateşinde yanıyorum
Yanarım ve bir gülüşene yeniden yaşarım
Gece karanlık olsa ne yazar, aşkı veren var
Kalbin sahibi, kalplerden geçeni bilen var
Tasavvufi halde mistik hisler taşıyor yüreğim
Zan sarayının sürgünü, hüsn-ü kabul beklerken
Sufâne misali, aşk-ı safvet’im gönül kapında
Mistisizm doğuran endişeler olsa ne olur
Saff-ı evvel’de Tebe-i Tâbiîn’im…
Habibim…
Omuzlarımın taşıdığı hissi yükle
Sana evvel zamandan, aşkı haktan geliyorum
Dudaklarımın çatlamış çölünden sesleniyorum
Fazla bir şeyim yok…
Biraz İhlâs ve biriktirdiğim duaları sunuyorum
Hali serde, iki cihana yol oluyorum…
Yokluğunda sufâne ben…
Hangi ırmaktan geçsem yüzüm tozla kaplı
Lakin bilirim…
Allah’ı bileni bilir Allah ve göreni görür…