Tek Vücut Olmak
Evlilik;
Suç mu
Ceza mı
Bela mı
Armağan mı
Evlilik /suçtur/ önce.
Bilerek, isteyerek, gönüllü işlenen bir suç.
Taammüden cinayet gibi...
Niyet etmekle başlar.
Nikah masasında atılan imzayla son nokta konulur.
İşlenmiştir artık suç.
İlk zamanlar kabahatin sarhoşluğuyla geçer.
Bir sersemlik, şapşal bir mutluluk hali olur.
Sonra ayılma gelir.
'Hani ölüler gömüldükten sonra
üstlerine bir tahta kapatılır ya...
Ölü mezarında doğrulup oturmaya yeltenince
kafasını bu tahtaya çarpar
ve ben ölmüşüm dermiş.
Öldüğünün ayırdına varırmış
kafasını tahtaya vurunca'.
İşte o ayılma anında işlenen suçun büyüklüğü fark edilir,
kafa olanca hızıyla vurulur tahtaya.
Ben ölmüşüm
Ben evlenmişim !..
İşte bu nokta /cezanın/ başladığı noktadır.
Bir suç işlemişsinizdir, bilirsiniz artık.
Bunun bir cezası olduğunu da bilirsiniz
ve başlarsınız çekmeye.
'Artık hergün aynı eve gelinecek,
aynı adamla/kadınla yenilecek, içilecek,
aynı adamla/kadınla hergün aynı yatağa girilecektir.
Misafirler için zigon sehpa alınacaktır salona.
Tatiller beraber planlanacaktır.
Arkadaşlar sakıncalı olmayan hemcinslerden seçilecektir.
Yoldan çıkarması muhtemel hemcinslerden
ve karşı cinsin tamamından zinhar uzak durulacaktır'..
Bilirsiniz işlediğiniz kabahati
ve cezasının bunlar olduğunu da bilirsiniz
ve çekersiniz sesinizi çıkarmadan.
Sonra bir gün ansızın uyanırsınız,
yanınızda yatana bakarsınız.
'Kim bu dersiniz, kim bu??
Yanımda yatan bu yabancı kim.
Benim istediğim bu değildi,
bunu tanımıyorum,
ben bu evde yaşamak istemiyorum,
ben bu hayatı yaşamak istemiyorum!..' ,dersiniz.
Bir kabuk yırtılır, silkinirsiniz.
Ayağınızın altına alırsınız ömrünüzün o güne kadar yaşananlarını.
Bu suça bu ceza yeter dersiniz.
Kendiniz olarak var olma arzusu yakar yıkar etrafınızı.
Kendinizi alamazsınız kendiniz olmaktan.
Birinin karısı-kocası,
birinin anası-babası
birinin oğlu-kızı değil de
salt kendiniz işte !..
İşte evliliğin bundan sonrası /beladır/.
Bela geliyorum demişti zaten,
siz anlamamıştınız.
Ne kadar silkeleseniz düşmez yakanızdan.
Yapışır kalır üstünüze.
Boşansanız da gitmez.
Temizlenmez üstünüze yapışan kalıntılar.
Sanki koskoca bir jöle kavanozundayız.
Her dönem ayrı bir katman,
ayrı bir renk,
ayrı bir koku,
ayrı bir tat !..
Hayatın içinde ilerlerken
bu katmanların arasında kayarak gidiyoruz bir nevi.
İçinden kayıp gittiğimiz katmanın
tadından, kokusundan, renginden
birşeyler kalıyor üstümüzde.
Her katmana önceki katmanlardan
izleri de beraberimizde götürüyoruz sanki.
Özgürleşebilirseniz /armağandır/ evlilik.
En büyük ferahlık en büyük sıkıntılardan sonra gelir.
Hiçbir şeyde bulamazsınız o tadı.
İlk kez nefes alıyormuş gibi hissedersiniz,
yeniden doğmuş gibi.
Havanın tadına bakarsınız adeta.
Suyun altında nefessiz kaldıktan sonra
suyun yüzüne çıkmış gibi.
Bir de evliliğin içindeki armağanlar vardır.
En büyük armağan;
tanrının bir çocuğa
can vermesine aracılık ettiyseniz odur.
Küçük bir ruhun,
bir meleğin,
bir canın,
dünyaya gelişine aracılık edersiniz.
Kendi etinizden, kanınızdan, canınızdan olan
o varlık size hem armağan hem emanettir.
Gurur duyarsınız baktıkça,
dünyaya başka türlü bakarsınız
aklınıza geldikçe.
Küçük armağanlar vardır bir de.
Küçük huzur anları, huzur resimleri.
Küçük nefeslenmeler hissettiğiniz,
sizi özgürleştiren,
gerçeğinizden sıyıran,
gerçeğinizi değiştiren anlar,
aklınızda sakladığınız anlar.
Arada çıkarıp çıkarıp baktığınız anlar.
Var mı sahi böyle anlarınız sizin de?..
-ŞİİRİMİ GÜNÜN İNCİLERİNE LAYIK GÖREN DEĞERLİ SEÇKİ KULUNA SONSUZ TEŞEKKÜRLER-