Tütün Sarısı Gurbet
Bir kelime yetmişti; içten bir 'merhaba.'
Konuşmadan paylaşılan ne çok şey vardı aramızda.
Bir balonun peşinden koşmak,
Çimlere uzanarak gökyüzündeki bulutlara isim koymak,
Mutluluk işte bu kadar basitti.
İki yürek bir olunca ve mevzu bahis aşk ise
sesin ateş gibi tutuşturdu
damarlarımda unuttuğum davayı.
Büyüdükçe ellerimle tanıdım dünyayı.
Gözden ırak, sözden sürgün...
Yanmaya da razıyım kül olmaya da...
Sevda, yalnız bir aşkın değil;
hür bir dünyanın harcıdır aslında.
Kılıçsız kalkansız bir meydanda,
zulamda kucak dolusu manolya…
Ateşi tutuşturan rüzgâr sensin.
Ben sana bakıyorum, sen uzağa...
Sen ki bana sevmeyi öğrettin
ve susmanın kanayan bir bedene bedel olduğunu...
Varsın batsın etime yeryüzü!
Şafakta kurşunlanırken umutlar,
biz seninle omuz omuza
bütün mahzun çocuklara söz vermişiz:
"Kaçmaktan ziyade sevmeye yeminliyiz.”
Ben seni, kelimelerin gövdesine yaslanarak sevdim.
Sen sor ben de anlatayım; yüzümü gülümseten o ince sızıdan,
beni içten içe saran o tarifsiz sıcaklıktan…
Taşıdığın geceden biliyorum.
Ne yana gitsek kıyısı kırılmış bir dünya karşılıyor bizi.
Ne yapalım?
İnsan güvenmeden sevemiyor kimseyi.
Seninle siyahın göğsüne vuruldu adım.
Boğaza serilen gece örtüsü gibi
sevdamızın derinliği siyahın içinde.
Göz kamaştıran tektaş yerine
verdiğimiz sözle kalpten bağlıyız.
Bu kadar sevince bir yurdun sürgünü oluyor insan.
Terk edilmiş vapurlar gibi içimdesin.
Yaşarken unutulacak kadar
ölürken hatırlanacak kadar:
Kalbim, tütün sarısı gurbet.