Yeryüzünün Tavanaralarından Sayıklamalar
Aldığımız havayı geri salarken yine havaya
oksijenle hidrojen arasına sıkışmış ruhuz.
ruhsuzuz!
-küçük İskender
Hayatım, özgürlük antlaşması imzalayan
iki ülke gibi, iki kara parçası, biraz toprak
biraz da su.
Biri güçlü, diğeri;
diğeri yıkık ve çamurlu, yani karmaşık.
Kepenkleri kapatmış fırınların sabaha
özlenen ekmek kokusudur hayatım.
Hayat;
Nedir hayat?
Bir var oluş bir de hiçlikle biten yok oluş türküleri,
küçük bir çocuğun kör ıstırapları.
Şimdi kumar masasında ömürler, biraz yuvarlak
köşeleri dikiş atmış, belki dünya gibi..
Ömürler, göğe uzanan yolda, umutsuz
derin duygular, bir iki cümlenin hatrına
birden takılır her şey, yazılan ne varsa
artık ağrıyan harflerle dolu..
Bir yazgı gözlerde ulu orta ölmeyi bekleyen,
hayatım benim yadırganmışlıkların törpüsü.
Ben yine de yeryüzü ve gökyüzünü
sevmek istedim bugün.
Çiçekler, yıldızlar, kozmonotlar
ve tanrılar, sonra kuşlar.
Ben bugün hayatı sevmek istedim.
Saatler durmuştu,
sürgünden dönen kuşlar ötüşüyordu,
aralarında bize çırpan kanatlarını
küsmüş iki çocuk kalbi gibi
ne değdiriyordu birbirine ne de
kopuyordu midelerinde açlık tehditleriyle.
Çocuksun sen, değilim ben.. çocuk..
Koltuk altımda taşıdığım kitapların gülüşü,
yaralı cümleler, söz yazarlar, şiir çağıranlar
hepsi; kelimeleri patlatırcasına yücelten o
atılganlıklar, lirizm ve metafor ütopyası,
hepsi,
biliyordu kim olduğunu, kim olduğumu,
çocuksun sen tanıdığım hayata karşı,
değilim ben.
Ve artık kim olduğumu bilmeyen birine ihtiyacım var.
Bitsin diye çabalarsın bazen,
bitsin dersin, bitişidir yıkımların bilançosu
ve öyle şeyler.
Ne çöllerde patlayan su baloncukları
ne de aşk seremonileri ıslak gecede,
farklı değil kendi yetmezliğiyle.
İşte ölümün sesi..
Gezegenlerin yıldızlara misafirliği
ve yıldızların tanrılara
ve tanrıların insanlara.
İşbu benim hayatım ve gözlerim
kara deliklerin karaya çalan yeşilliği,
sonsuz..
Bilmem kaç bin yıllık şehirler
üzerine kurulmuş hayat/ım
annemin elleri yüzümü öpeli.
Annemin adıyla içiyorum suyu,
önce alnıma sonra kutsal bir yağmur gibi
mezarına serpiyorum ve işte ölümün sesi.
O damlalardır ki -öptüğüm her yerinden
çiçekler açan, kokusuyla keşfedilmemiş gezegenlere
bir istila gibi analar doğuran- iz bırakmıyor teninde,
ne varsa yağmalayan benden sana, alıp götürüyor.
Kendini imha eden yıkık ve çamurlu,
yani karmaşıklığımla hücremden,
ölümle ölüm arasında, nefes nefese
eylemleri çürütüyorum, işte
ölümün ta kendisi..!
https://www.youtube.com/watch?v=pP1QXKbhqr4&t=190s
Yaşamla ölüm arasına sıkışmış özgür olduğunu sanıp olmadığını anladığımız ruhlarımızın derin acıları dünden bugüne bugünden geleceğe yazmış kalem mükemmel biçimde tebrik ve beğenimle Şehmus bey
Şiirin ötesinde, genişleyen bir evren gibiydi. Kutluyorum çok beğenimle..