Leş
Çökük avurtlar
Hep zıvana öpmekten
Yosunlu duvar diplerinde yürümekten
Entel İstanbul derbederleri
Bunları iyi bilir,
Mezeleridir sohbetlerinin
Sorsan, hüzünlerin derebeyleri
Ama atları yok
Düşemezler yoluna değirmenlerin
Geldin bir telâş
Sordun:
Kazâ mı?
Yaşamak bir kazâ değil mi?
Hâlâ taklasını atıyoruz
Ve şarampolünde yuvarlanıyoruz
Belli ki kurtuluş yok
Ve hâlâ gülebiliyoruz
Evet, kazâ
Virajı alınmamış bir sevişmenin
Hamdan fırlamış bir ceset adayıyız
Her kazâ gibi nedensiz
Her kazâ gibi ânsızız
Çökük ev
Sen bu hikâyede yoksun
Olmadığın hikâyenin
Sâdece dinleyicisi olursun
Sana ne kapıdan, pencereden!
Sanki bir kez dışarı bakacaksın…
Evin içindeki dışarıyı düşünürken
Sen, evin içindekini soracaksın
Evin içindekinin gözünde büyür
Dağların haşmetli boşluğu
Sen karla kaplı bir boşluktan
Evin içine sızacaksın
Çocuk kalbi
En güzel kitap ismi belki ama
Aslında her tohumu yeşerten
Bir mümbit toprak
Çiğnenecek, kaçınılmaz
Bâzen binlerce postal
Bâzen bir dişi kısrak
Sevgi sevgi kan,
Kîn kîn damar
Bir hayatça yoğrulacak
Bu kadar anlatmazdım
Ben de bilirim
Yarım tayınla oyalamayı
Üstünkörü bir saçağa sığınmayı
Lâkin anlatmak lâzım
Hiçliğe güvenilmez
Leş masallar uydururlar
İçinde ismin geçmez
Sagopa'nın belli başlı vurucu cümleleri geldi aklıma bir an...
'Virajı alınmamış bir sevişmenin
Hamdan fırlamış bir ceset adayıyız ...' Mübalağa şiire yapışık kalsın hep, Kutlarım sevgili Oğuz Evren Kılıç, sevgiyle kalasın...