14. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
14. yüzyılda, bir önceki yüzyıla nispetle eserlerin bir hayli çoğaldığı görülür. Konuda ve türde çeşitlilik artmış, bu yüzyılda artık edebiyatımızda Yunus'tan sonra başka divanlar da görülmeye başlamıştır. Bilhassa mesnevi vadisinde yazılan eserler bu devrin edebi hareketine çeşitlilik kazandırmışlar ve canlılık getirmişlerdir. Gerçekte bu yüzyıl Klasik Türk Edebiyatının kuruluş çağıdır. Dini-tasavvufi, ahlaki konular dışında eser veren şairler çoğalmış ve din dışı mesneviler bir hayli fazla yazılmıştır. Manzum aşk ve macera hikayeciliğine yer verilmesi, mesnevi tarzının gelişmesinde büyük rol oynamıştır. Bu fikirden hareket edersek Klasik Türk Edebiyatı, divanla değil mesneviyle başlamıştır denilebilir. Çünkü pek çok mesnevinin yanında görülen divanlar çok azdır. Yunus Emre eserleriyle bu asra da taşmıştır. 1307 yılında yazdığı 562 beyti bulan Risaletü'n-Nushiyye'si asrın ilk mesnevisi olarak karşımıza çıkar. Yalnız bazı mesnevilerin gazellere yer vermeleri belki divanların ortaya çıkmasında bir basamak teşkil etmiş olabilir. Dini-destani mesneviler edebi ve ilmi mahiyetteki mesnevilere nispetle daha fazla görülür. Fakat bazı mesnevilerin, başta Hurşidname olmak üzere bir siyaset kitabı hüviyetinde oldukları da bir gerçektir.
14. yüzyılda yazılan mesnevilerin sayısı, ele geçmeyenler hariç, elli sekizi bulmaktadır.
Bu mesnevilerden bazıları beyler adına yazılmıştır. Bunlardan; Kastamonulu Şazi'nin Maktel-i Hüseyn'i, Candar hükümdarı Celaleddin Şah Bayezid'e (ölm. 1385); Kemaloğlu İsmail'in Ferahname'si Mir Gazi'ye, Tabiatname Aydınoğlu Umur Beye (1309-1348) sunulmuştur. Fakat asrın iki büyük mesnevisi, her ne kadar Germiyan sahasında yazılmışsa da, Osmanlı sarayına intisap eden şairler tarafından Osmanlı hükümdarlarına sunulmuştur. Bunlardan biri Şeyhoğlu Mustafa'nın yazdığı Hurşidname olup, Yıldırım Bayezid Hana sunulmuştur. Diğeriyse Germiyan beyi Süleyman Şah adına yazılmaya başlanmış, fakat Yıldırım Bayezid'in oğlu Emir Süleyman (1402-1410)a sunulmuş olan, arkasında büyük bir Osmanlı Tarihi'ne de yer veren Ahmedi'nin İskendername'sidir. Yine devrin siyasetnameleri arasında mühim mevkisi olan ve Şeyhoğlu Mustafa tarafından yazılan Kenzü'l-Kübera ve Mehekkü'l-Ulema adlı eser, önceleri Germiyan sonraları Osmanlı sarayında vazife gören Paşa Ağa bin Hoca Paşaya sunulmuştur. Bu eser ihtiva ettiği manzumelere bakılınca kısmen bir tezkire hüviyetine sahiptir.
Bu yüzyılda Türkçecilik şuuruyla karşılaşılmaktadır. Şairlerin hemen hepsi bu açıdan eserlerini vermeye çalışırlar. Onlar yepyeni bir edebiyat vücuda getirirken asrın Türkçecilik cereyanı içine ister istemez girmişler ve Türkçe hakkında, eserlerinde, çeşitli görüşlere yer vermişlerdir. Bu itibarla Anadolu'da bir milli edebiyat çağının açılmasında rol oynamışlar ve millete değer vererek, kalıcı eserler bırakmayı başarmışlardır.
Anadolu sahasında olmaları bakımından, siyasi birliğin yanında ve sonradan Osmanlıların gayretiyle kültürde de sağlanan birlik göz önüne alınınca bu asrın bütün şair ve müelliflerini, hangi sahada olursa olsunlar, Osmanlı Türk Edebiyatına bir başlangıç olarak almak gerekecektir. Yukarıda da belirtildiği gibi 14. yüzyıl eserleri de mesnevi vadisinde gelişmiştir. Bu asırda, müellifi ve telif tarihi bilinen, sadece müellifinin belli olduğu ve her ikisinin de şüpheli olarak kaldığı mesnevilerin sayısı 58 civarındadır. Buna mukabil divan sayısı ona ulaşmaz.
Türkçecilik şuuruyla eser veren müelliflerin başında asrın Türkçe aşığı şair Gülşehri gelmektedir. Kırşehirli olan Gülşehri'nin hayatı hakkındaki bilgiler kati değildir. Türkçe yazmakla ve eser bırakmakla övünen bu şair, Felekname'sini 1301 (H.701) ve Mantıkuttayr'ını 1317 (H. 717) yılında yazmıştır. Kırşehir'de zaviye sahibi ve müridi oldukça fazla olan bir şeyhtir. Mantıkuttayr'ını yazdığı zaman yaşı bir hayli ilerlemiştir. 1317 tarihinden itibaren hayatta olup olmadığı da belli değildir. Hulvi Mahmud Cemaleddin 1653 (H. 1064) Lemezat adlı eserinde onu Ahi Evren'in halifesi olarak göstermiştir. Mantıkuttayr her ne kadar Feridüddin-i Attar'ın eserinden tercüme gibi görünür ve onun ismini taşırsa da Gülşehri eserini aynen tercüme etmemiş, te'lifi bir yol tutmuştur. Bunun yanında Mesnevi-i Şerif, Kelile ve Dimne, Kabusname ve Esrarname gibi eserlerden aldığı, parçalarla Mantıkuttayr'ı zenginleştirmiş ve konusunu genişletmiştir. Aruz vezniyle yazılan eserin diğer adı Gülşenname'dir. Gülşehri eserini Türkçenin kudretini ölçmek için yazmıştır. O hemen her bendin sonunda kendi ismine övünerek yer vermiş, Türkçeyi ve dilini de ortaya sürmeyi ihmal etmemiştir. Buradan da ondaki Türkçe sevgisinin hiçbir şair ve nasirle kıyaslanmayacak derecede oluşu ve dil sevgisi; sonradan gelecek şair ve nasirlere de sıçramış olabilir. Asrında ve daha sonraki yüzyıllarda Türkçe yazan şair ve sanatkarlar, eserlerinde bazı özürlere yer verirken, Gülşehri Türkçe yazmakla övünmekten kendini alamaz. O, “Sözü Gülşehri diliyle söylerüz” derken, Türkçe yazmakta bir çığır açtığını da ihsas ettirmekte ve kendisinden sonra gelen şairlere bir öncü durumunda karşımıza çıkmaktadır. Belki bir buçuk asır sonra başlayacak olan Türki-i Basit cereyanının ilk mübeşşirlerinden olmak şerefi de Gülşehri'ye aittir.
Mantıkuttayr temsili bir eserdir. Çeşitli sebeplerle, ekseriya Hüdhüd'ün ağzından nasihate yer verdiği gibi, dini ikazlarda da bulunmaktadır. Fakat eser asıl olarak münazara tarzında olup, akıcılığını ve sürükleyiciliğini bu durumdan almaktadır. Bundan başka, öğretme açısından tasavvufi merhale ve ıstılahlar önde gelmekte ve eser tasavvufi talimi bir hüviyet kazanmaktadır. Edebiyat tarihinin içinde ve asrına göre değerlendirilince, 15. yüzyılda üstad olarak kabul edilen ve tesiri 17. yüzyıla kadar devam eden Gülşehri'nin Mantıkuttayr'ı başarılı bir eser olarak karşımıza çıkmakta ve Türkçeye yer verdiği fikir ve işleyiş tarzı yönünden de devrinin abidesi olarak görülmektedir.
Gülşehri'nin, Felekname ve Aruz Risalesi adında iki eseri daha vardır. Lakin bunlar Farsça olarak yazılmıştır. Türkçe olarak 10 civarında gazeline de rastlanmıştır.
Aşık Paşa (1271-1332 H.670-733)
1329-30 (H.730) yılında tamamlanan Garibname adlı mesnevisi, Risaletün-Nushiyye, Mantıkuttayr gibi mesnevilerden sonra üçüncü fakat hacmi büyük bu eseriyle ve; Türkçecilik fikriyle karşımıza çıkar. Aslen Horasanlı ve nüfuzlu bir aileye mensup olan Aşık Paşanın asıl adı Ali'dir. Baba İlyas'ın torunu ve Baba Muhlis (Muhlis Paşa)in oğludur. 1272 yılında doğmuş, devrine göre iyi bir tahsil görmüştür. Kırşehir'de yerleşen Aşık Paşa, büyük nüfuzu ve pek çok müridi olan bir şeyhtir. Eserlerinin dili devrine göre sadedir. Fakat onun kudret ve şöhreti, şairlik ve sanatından değil, şeyhliğinden ileri gelmektedir. Eserlerinde tasavvufa geniş yer vermiş ve bu hususu sünni akideye bağlı olarak terennüm etmiştir. Böylece devrinin sufi bir şairi olarak görülmüştür. 1330 yılında yazdığı Garibnamesi 10.312 beyittir ve pek çok nüshası mevcuttur. Eser, failatün failatün failün olarak baştan sona kadar bu vezinle yazılmıştır. Garibname on bab üzre tertip edilmiştir. Her babda bir sayı ele alınmış ve bu on ile son bulmuştur. Bu bir bakıma, neyin nerede bulunacağını da işaret etmektir.
Garibname gerek şekil, gerekse muhteva bakımından üstün bir eserdir. On babdan ve her on babda on destandan meydana geldiği göz önüne alınırsa onlu bir tasnife yer verilmiştir. O, bunun sebeplerini ayrıca eserinde ele alır. Mantıkuttayr'da olduğu gibi Garibname'de de Celaleddin-i Rumi hazretlerinin tesiri açık olarak görülür. Tasavvufi olmasının yanında dini ve ahlaki yanı ağır basan, telkine geniş yer veren ve öğretmeyi gaye edinen bir eserdir.
Aşık Paşa, bir nevi itizar içinde de olsa, Türkçecilik şuuru köklü bir şairdir. Gerçekte o, devri için ortaya koyduğu eserleriyle Türkçeye büyük hizmette bulunmuş ve Türkçenin eksik taraflarını da söylemekten çekinmemiştir. Her şeyden önce Aşık Paşada bir dil düşüncesi ve gramer fikrinin olduğunu ve diğer dillerle kıyaslayarak bu fikre ulaştığını zikretmek gerekir.
Bütün bunlara ilave olarak; 201 beyti bulan ve “Fakirlik iftiharımdır.” hadis-i şerifini işleyen Fakrname; 33 beyitlik küçük bir mesnevi olan ve zamanı; geçmiş, hal ve gelecek olarak üç kısımda ele alan 1333 yılında yazdığı Dasıtan-ı Vasf-ı Hal yine 59 beyitlik küçük bir mesnevi olan Hikaye Risalesi Aşık Paşanın diğer küçük mesnevilerini meydana getirirler. Kimya Risalesi ise onun başka bir eseridir. Aşık Paşa sadece aruzla değil heceyle de şiirler yazmıştır. Bunların sayısı yetmişe ulaşmaktadır. Fakat aruz ve hece karışıktır.
Hoca Mesud
Asrın ortalarında Süheyl-ü Nevbahar ve Ferhengname-i Sa'di adlı eserleriyle tanınan Hoca Mesud, bu devirde bilhassa mesnevi edebiyatının değerli simaları arasında yer almıştır. Yeğeni İzzeddin Ahmed'le birlikte 1350 (H.751) yazdığı Süheyl-ü Nevbahar, ilk eserini teşkil eder. Eser daha çok manzum aşk ve macera hikayeciliği içinde yer almaktadır. İlk bin beytini yeğeni İzzeddin Ahmed, geriye kalan 4661 beyti de Hoca Mesud yazmıştır. Feulün feulün feul vezninde olan eser 5669 beyittir. Eserde, daha sonraki mesnevilerde sık sık görüleceği üzere Süheyl ile Nevbahar'ın ağzından söylenilen gazeller vardır. Bu gazellerin vezni asıl eserin vezniyle aynı değildir. Konusu Fars edebiyatından alınan eserin aslına rastlanamamıştır. Eser Yemen hükümdarının oğlu Süheyl ile Çin hükümdarının kızı Nevbahar arasında geçen derin aşkın hikayesidir. Bu itibarla romantiktir. Bazen didaktik unsurlara yer verilen eserde, gerçeğe uymayan masal unsurları da bulunmaktadır. Fakat bunlar pek fazla olarak eserde yer işgal etmez ve göze batmazlar. Eserin işlenişi bu kabil masal unsurlarını örtmeyi başarmıştır. Asıl mühim mesele Süheyl ü Nevbahar'ın saraylara yer vermesi ve idare sistemini ve tebeayı ele alması, devrine göre bir nevi siyaset tarzını da ortaya koymaktadır. Eser, dili bakımından mühimdir. Kelime hazinesi de zengindir.
Ferhengname-i Sa'di adlı ve 1073 beyitlik eserine gelince; bu eser Şeyh Sa'di-i Şirazi (ölm. 1292/H.691)nin Bostan adlı kitabının tercümesidir. Eserin Farsça aslı 4184 beyittir. Hem asıl hem de tercüme feulün feulün feulün feul vezniyledir. Hoca Mesud bu eseri 1354 (H.755) yılında tamamlamıştır. Eser Süheyl ü Nevbahar'a nispetle, sanat yönünden sönük kalır. Fakat dil tarihi itibariyle kıymetini muhafaza etmektedir.
Konu itibariyle nasihat tarafı ağır basar. Bostan'ın bütününün tercümesi olmayan eser, bir nevi seçme tercüme hüviyetindedir. Şair müntehabatında (seçmesinde) eserin asıl tertibine riayet etmemiş, yerine göre, hikayelerin seçiminde takdim tehir de yapmıştır.
Elvan Çelebi
Aşık Paşa'nın oğlu olan Elvan Çelebi 2084 beyti bulan Menakıbu'l-Kudsiyye fi-Menasibi'l-Ünsiyye adlı mesnevisini 1359 (H.760) yılında yazmıştır. Eser tam bir mesnevi olmakla birlikte, içinde terci-i bend ve kaside tarzında manzumelere de rastlanır. Elvan Çelebi, asrın önde gelen şairleri arasındadır. Onun köklü ve kültürlü bir Türk ailesine mensup olması, yetişmesinde mühim rol oynamıştır. Edebiyatımızda ihtiva ettiği manzumelerle, bir tezkire hüviyeti taşıyan Kenzü'l-Kübera ve Mehekkü'l-Ulema'da da adı geçmektedir. Hayatı hakkında geniş ve kati bilgi azdır. Babası ve dedesi gibi devrinde epeyce tanınmış mutasavvıf bir şairdir. Cezbe sahibi ve ulu bir şeyh olduğu kaynaklarda yer almıştır. Sünni olan Elvan Çelebi tasavvuf terbiyesini babasının halifeleri arasında yer alan ŞeyhülislamFahreddin'den almıştır. Gerek yaşayışı gerekse şiiriyle tesiri 16. yüzyıla kadar sürmüştür. Hatiboğlu ve Muhyiddin Çelebi gibi şairler ona eserlerinde yer vermişlerdir. Elvan Çelebi yanında Elvan Paşa adıyla da anılan şairin şairliği vasattır. Hayatı Çorum ve Kırşehir yörelerinde geçmiş tekke ve zaviye sahibi bir sufidir. Doğum tarihi gibi ölüm tarihi de kesin bilinmemektedir. Adından da anlaşılacağı üzere menakıp türünden bir mesnevi olan eserde; Seyyid Ahmed-i Kebir-i Rifai, Baba İlyas-ı Horasani ve oğulları gibi bazı zevata yer vermiştir.
Asrın diğer bir şairi 1362 (H.763) yılında yazdığı ve edebiyatımızda Maktel türünün öncüsü durumunda olan Kastamonulu Şazi'dir. Hazret-i Hüseyin'in şehadetini konu alan eseri, 3313 beyitlik bir mesnevidir. Vezni failatün failatün failün'dür ve eserde yer yer aynı vezinle yazılmış gazeller de yer almaktadır. Eser on meclisten ibarettir. Hayatı hakkında fazla bilgi olmayan Kastamonulu Şazi'nin bu eseri Maktel-i Hüseyin nev'inin Türkçede ilk örneği olarak görülmektedir. Hatime kısmındaki beyitler onun Mevlevi bir şair olduğu fikrini kuvvetlendirmektedir.
Asrın ikinci yarısında görülen diğer bir mesnevi, mevzusunu Kur'an-ı kerimden alan ve kendisine gelinceye kadar birkaç defa başka şairler tarafından işlenen, hemen hemen aynı adı taşıyan Yusuf ile Zeliha (Kıssa-i Yusuf) mesnevisidir. Erzurumlu Mustafa Darir bu eserini 1367 (H.768) yılında yazmış ve hazret-i Yusuf'un hayatını ele almıştır. Erzurumlu Darir bununla da kalmamış derin siyer ve tarih bilgisinin verdiği imkan sayesinde hazret-i Peygamber'in hayatını kültür tarihimizde, Türkçe olarak 3-4 cilt halinde Siyer-i Nebi adıyla yazmış, Fütuhuş-Şam Tercümesi; adlı eserinden başka yine hadis sahasında Yüz Hadis adında diğer bir eser de bırakmıştır. Dili gayet açık, akıcı, samimi ve sohbet havası içinde olan Erzurumlu Mustafa Darir'in, Azeri sahasında yetişse bile, Osmanlı Türkçesiyle eser verdiğini zikretmek gerekir. Aynı yıllarda Meddah Yusuf, Varaka ve Gülşah adlı 1559 beyitlik eserini yazmıştır. 1368 (H.918). Eser hazret-i Peygamber devrinde yer alan ve Beni Şeybe adlı bir kabilede büyüyüp yetişen Varaka adlı oğlanla, Gülşah adlı kızın arasında geçen hadiseleri işler. Eser romantik, acıklı, belirli bir kısma kadar gerçekçidir. Daha sonra hazret-i Peygamberin mucizesi karışmaktadır.
1372-73 (H.774) yılında Ümmi İsa tarafından yazılan ve 800 beyitten meydana gelen Mihrü Vefa ile, ondan daha küçük bir mesnevi olan ve 350 beyti bulan İbrahim'in Dasitan-ı Yiğit 1379 (H. 781) adlı eserlerin zikrinden sonra, asrın büyük mesnevileri içinde yer alan Hurşidname (Hurşidü Ferahşad) 1387 (H.789) üzerinde durmak yerinde olacaktır. Şeyhoğlu Mustafa 7903 beyit olan bu eserinde Türkçenin kudretini ölçmüş ve dili işlemiştir. Eser Germiyan Beyi Süleyman Şah adına yazılmaya başlamışsa da Yıldırım Bayezid Hana takdim edilmiştir. Eser daha çok Hurşid ile Ferahşad arasında geçen, masal unsurlarına yer veren, aynı zamanda siyasetname cinsinden bir eserdir. Mesnevinin en belirgin yönü beşeri aşkı terennüm etmesidir.
Devrin mesnevi cinsinden bir başka eseri 1387 (H. 789) yılında Kemaloğlu İsmail tarafından yazılan Ferahname'dir. 3030 beyit olan bu mesnevi Mir Gazi'ye ithaf olunmuştur. Ahmed'in Işknamesi (Tuhfename) ise 15. asrın en son mesnevisi olarak karşımıza çıkar. 1397 (H.800) yılında yazılan eser Kıpçak şivesinden aktarılmıştır. 8702 beyittir. Uzun bir aşk hikayesi durumundadır.
Mevzu çeşitliliğinin ve hayal genişliğinin verdiği imkanlar bu yüzyılda irili ufaklı pek çok mesnevinin yazılmasına sebep olmuştur. Tursun Fakih'in 510 beyitlik Muhammed Hanefi Cengi ile Gazavat-ı Resulullah gibi 673 beyitlik mesnevileri gelmektedir. Ayrıca asrın diğer mesnevileri Hazret-i Hadice Mevlidi; Kirdeci Ali'nin Güvercin Destanı, Kesikbaş ve Ejderha Destanları ile Hikaye-i Delletü'l-Muhtel adlı masal unsurlarına yer veren eserleri vardır. İzzetoğlu'nun Tavus Mucizesi, Sadreddin'in Mucize-i Muhammed Mustafa'sı ve Destan-ı Geyik adlı eseri aynı tip eserlerdir. Bunlara ilaveten Kayserili İsa'nın Dasitan-ı İbrahim'ini; Ömeroğlunun Şefaatname'si; Mehmed Yusuf'un, Dasitan-ı İblis, Hikayet-i Kizu Cehuh ve Kadı ile Uğru Destanı'nı; Yıldırım devri şairlerinden Niyazi-i Kadim'in Mansurname'sini Sule Fakih'in Yusuf ve Zeliha'sını, Pir Mahmud'un Bahtiyarname'sini ve müellifi bilinen ve bilinmeyen pek çok mesnevinin bu asırda yazıldığı görülmektedir. Bu asırda yazılan mesnevilerin sayısı bir hayli fazla olup, bunlar kısmen kurulmakta olan Divan Edebiyatı ile Halk Edebiyatı arasında gerek mevzu gerekse tür itibariyle bir köprü teşkil ederler. Fakat, bunun yanında bir milli benlik ve arayış da devrin eserlerinde görülür. Ayrıca eserlerde mevzu dine dayandırma ağır basar. Kaygusuz Abdal ise Halk Edebiyatı içinde tekke tarafında bulunan Yunus Emre'nin uzantısı durumundadır. Ayrıca Dede Korkut Hikayeleri önceki asırda teşekkül etmelerine rağmen bu asırda yazıya geçirilmiştir.
Osmanlı Türkçesinin, Azeri Türkçesiyle kati ölçülerle ayrılmadığı, Batı Türkçesinin bu merkezi devrinde başta Kadı Burhaneddin olmak üzere, sonradan Azeri Edebiyatı içinde yer alacak olan diğer şairleri ve eserlerini de zikretmek bu yüzyılın umumi karakteri bakımından gereklidir. Bunlar arasında hakkında yukarıda yer ayırdığımız Erzurumlu Mustafa Darir, Osmanlı sahasına yakınlık yönünden diğerlerinden ayrılır. Asrın bir başka şairi divan sahibi Nesimi bulunmaktadır. O divanında, heyecanlı ve ateşli bir edaya, sanatlı ve ahenkli bir söyleyişe yer vermiştir. Gazellerinden başka Tuyuglar da yazmıştır.
Dönemlerine göre Osmanlı Türkçesi Edebiyatı için aşağıdaki bağlantılardan faydalanabilirsiniz:
- 13. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
- 14. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
- 15. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
- 16. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
- 17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
- 18. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
- 19. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
- 20. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı
Kaynaklar
- Rehber Ansiklopedisi