17. Yüzyıl Osmanlı Türkçesi Edebiyatı

— min. okuma: 12-13 dakika

17. yüzyılda Osmanlı Edebiyatı içerisinde halka daha dönük bir edebiyat ortaya çıkmıştır. Bu bakımdan 17. asır, Osmanlı Halk Edebiyatının altın çağını meydan getirmiştir. Serpinti ve tesirleri 18. asır, Osmanlı Türk Saray Edebiyatına da ulaşan bu edebiyat sayesinde, Divan şiirinde bile mahallilik ortaya çıkmış hatta devrin Nedim gibi ünlü şairleri bu cereyanın içinde türkü bile yazmıştır.

On yedinci asırda Halk Edebiyatı yine tekke ve saz kolu olmak üzere ikili bir durum içindedir. Aslında bu durum Osmanlı Türk Edebiyatının başlangıcından beri var olup, onun bir devamı şeklindedir.

Bu yüzyılın Tekke Edebiyatı içinde yer alan başlıca şahsiyetleri Adem Dede (ölm. 1652), Aziz Mahmud Hüdayi, Niyazi-i Mısri'dir. Bu şairlerin hepsi bir tarikata mensup olup, şeyhtirler. Onlar meydana getirdikleri mahfillerde halkı irşad ve terbiye yönüne gitmişler ve tesirli şiirler söyleyerek eserler meydana getirmişlerdir. Bunların ilimle uğraşmaları, insanlara doğru yolu göstermeleri önde gelen meziyetlerindendir.

Adem Dede daha çok Mevlevi Tarikatı içinden gelir. Önce Konya'da Bostan Çelebi'nin, daha sonra İstanbul'da İsmail Ankaravi'nin yanında yetişmiştir. Daha sonra Galata Mevlevihanesi şeyhi olmuş olan bu Mevlevi Dedesi, zeki, nüktedan, arif ve hoşsohbet bir sufidir. Arapça ve Farsça şiirleriyle klasik edebiyata giren ve Türkçe olan gazelleri mevcuttur. Fakat onun en mühim tarafı mevlevilik içinde hece ile, Yunus tarzında şiirler söylemesidir. Tesiri Şeyh Galib'e kadar uzanan Adem Dede'nin bu itibarla Türk Halk Edebiyatı içinde mühim bir mevkisi vardır.

Aziz Mahmud Hüdayi ise Celvetiye Tarikatının kurucusudur. Şeyh Üftade'ye intisab etmiş, şeyh olmuş Üsküdar'da kendi adıyla anılan dergah, devri için ruhani terbiyenin mihrakı durumuna gelmiştir. Nefaisü'l-Mecalis ve Cami-ul-Fezail başta olmak üzere yirmiden fazla eserinin olduğu bilinmektedir. Devrinin hem aruz, hem de hece vezniyle şiir söyleyen şairleri arasında olup, Divan'ı vardır.

Niyazi-i Mısri aslen Malatyalıdır. Halveti, Tarikatına mensuptur. Mısır'da tahsil gördüğü için Mısri denilmiştir. Yunus Emre Ekolüne mensuptur. Hakkında birçok menakib vardır. Arapça ve Türkçe çeşitli eserleri mevcuttur. 1694 yılında Limni'de vefat eden Niyazi-i Mısri, Yunus Emre'nin 17. asırdaki sesidir.

Osmanlı Türk saz şairleriyse bu yüzyılda alabildiğine çoğalmıştır. Muhtelif askeri topluluklar içinden saz şairleri yetiştiği gibi ülkenin dört bir tarafından pek çok saz şairi çıkmıştır. Bunun neticesi olarak birçok mahfiller teşekkül etmiş, saraydan kahve köşelerine kadar mesirelerde, panayır ve ocaklarda saz şairleri görülür olmuştur. Ayrıca gazel ve murabba şekilleri de halk şairleri arasında rağbet görmüştür. Bu devrede, 1908 yılından sonra gerçekleştiği söylenen iki zümre, konuşma ve yazı dili birbirine ziyadesiyle yaklaşmıştı.

Bu asırda yetişen saz şairleri arasında en önde gelen şair Karacaoğlan'dır. Güney Anadolu'dan yetişen bu gezgin Türkmen şairi 16. yüzyılın sonlarından itibaren şöhretini duyurmaya başlamış, 17. yüzyılda ise bu şöhretin zirvesine çıkmıştır. Şiirlerine bakılırsa onun coğrafyasında bütün bir imparatorluk yer alır. Ancak nereleri gezdiği, nerelerde kaldığı pek belli değildir. Bu zeki ve hisli Türkmen çocuğu halk zevkinin bütün inceliklerini zorlamış ve konuşturmuştur. Şöhretinin diğer Türk illerinde de yayılması, onun adına efsanevi Karacaoğlan hikaye ve deyişlerini ortaya çıkarmıştır. Şiirinde sosyal meseleler, adetler, gelenek ve görenekler yer aldığı gibi sanatlı söyleyişini, tasvirlere ve mecazlara yer verdiğini belirtmek gerekir. Nerede doğup nerede öldüğü belli olmayan Karacaoğlan şiirlerinde tabiata mühim yer verir. O bir bakıma, tabiatı ve kadın güzelliğini hareket noktası olarak almıştır.

Gevheri ve Aşık Ömer de devrin kudretli halk şairleridir. Bunlardan Gevheri yüksek zümre ediplerine de tesir etmiş bir şöhrettir. Devrinin sosyal hayatına ve cemiyet davalarına fazla ilgi duymayan şair, aşıkane duygularla söylenmiş şiirleriyle tanınmaktadır. Hatta gazel söyleyen divan şairleriyle arasında bir uygunluk göze çarpar. Söylediği, koşma, semai, türkü ve türkmani gibi şiirlerde divan şairlerinin kelime ve kafiyelerine yer verir.

Aşık Ömer ise muhtemelen Konya'nın bugün Gezlevi şeklinde anılan Gözlevi'de doğmuş bir şairdir. Savaşlara katılmasının verdiği bir halle Rus, Avusturya ve Venedik harplerine ait manzumeler yazmıştır. Zaten o, Dördüncü Mehmed, İkinci Ahmed ve İkinci Mustafa gibi padişahların devrini idrak eden bir şairdir. Gezici bir şair olması, Aşık Ömer'in diğer bir yönüdür. Bütün bunların yanında onun Türk saz şairlerinin üstadı sayıldığı da bir gerçektir. Şiirlerine nazireler söylenen Aşık Ömer, yüksek zümre şairleri tarafından da üstün tutulmuştur.

Ola Aşık Ömer'in "cilvegehi adn-i celil" mısrasından anlaşıldığına göre 1707 tarihinde vefat etmiştir.

Yine 17. yüzyılda Kuloğlu Katibi, Kayıkçı Kul Mustafa, Öksüz Ali gibi halk şairleri yanında Girid'de yetişen ve savaşa katılan Aşık, Seyyahi'yi de saymak gerekir. Ancak Girid Savaşını işleyen Keşfi, Üsküdari, Yamak, Kul Muslu, Memioğlu, Şahinoğlu ve Mecnun'u da zikretmek lazımdır.

Bu yüzyılda Kerem ile Aslı ve Aşık Garib gibi hikayelerinin teşekkül ettiği; Karagöz ve Kukla oyununun ortaya çıktığı görülmektedir.

On yedinci yüzyılda divan şairi, devletin duraklama devrine girmesine rağmen yükselmesine devam etmiştir. Bu aslında mimari gibi diğer sanat dallarında da kendini göstermiştir. Bu asrın padişahları da şiiri elden bırakmamışlardır. Adli mahlasını kullanan Sultan Üçüncü Mehmed, şiirlerinde Peygamber efendimize duyduğu derin muhabbet ve saygıyı eksik etmeyen ve Bahti mahlası ile şiirler yazan Sultan Birinci Ahmed; Farisi'yi mahlas olarak kullanan Sultan İkinci Osman Han, hep şair hükümdar olarak karşımıza çıkarlar. Asrın büyük padişahı, Bağdat Fatihi Dördüncü Sultan Murad Hanın bu padişahlar arasında mühim bir mevkisi vardır. O da şiir söyleyen padişahlar arasında yer alır. Şiirlerine sert tabiatı, heybetli hali aksetmiştir. Bunu takip eden şair padişah Sultan Dördüncü Mehmed'dir.

On yedinci yüzyılın en büyük şairi Nef'i (1575-1635)dir. Erzurum'un Hasankalesi'nde doğmuştur. Asıl adı Ömer'dir. Şiirinde şimşekler çakan bu şair, kelime seçmede çok mahirdir. Ses yüklü olan mısralarında ses ve söz arasındaki uyumu sağlayan şair:

"Hem yazar hem tutarım nağme-i kilke aheng" mısrasında şiirini anlatmadan geçemez. O, şiirde ses unsuruna değer vermiştir. Ona göre, şiir mana ve söyleyiş bakımından kusursuz olmalıdır. Bu bakımdan divan şiirine heybetli söyleyiş kazandırmış, şiir lisanına kulağa hoş gelen bir ahenk ve ses vermeye muvaffak olmuştur. Onun bir başka hususiyeti şiirlerinde hicve kaçmasıdır. Bu belki şairin keskin ve ince zekasının akisleridir. Ancak hiciv şairin hayatına mal olmuştur. Kasideciliğiyse bir başka meşhur tarafıdır. Bu vadide edebiyatımızın en önde gelen siması olup, Klasik edebiyatımızda kaside üstadı olarak bilinir. O yerdiği kadar yükseltmesini ve övmesini de bilen şairdir. Onun, Mevlevi tarikatında olması diğer bir yönüdür. 1635 (H.1044)te katledilmiştir. Öldürülmesine:

“Katline oldu sebeb
Hicvi hele Nefi'nin”

Beytinde olduğu gibi hicvi sebep olmuştur. Bu mısra ayrıca onun ölümüne düşürülmüş bir tarihtir. Farsça şiirler de yazan şairin bu dilde bir Divan'ı vardır. Diğer eserleri; Türkçe Divan'ı ile hicviyelerinin toplandığı Siham-ı Kaza'sıdır.

Şeyhülislam Yahya (1561-1644) güzel ve zarif gazelleriyle devrin diğer bir divan şairidir. Bu ilim ve devlet adamının aydınlığa açılan hür bir sanat havası vardır. Divan'ındaki şiirler 17. asır Türk sanat dünyasının duygu ve düşüncelerini aksettirmektedir. O asrında Baki ile Nedim arasında bir köprü gibi görülür.

En önemli eseri Divan'ıdır. Sakiname'si 77 beyitlik küçük bir mesnevidir. Feraiz Manzumesi Şerhi, İbni Kemal'in Nigaristan'ını tercümesi vardır. Fetvaları Fetava-yı Yahya adıyla toplanmıştır.

Divan şiirinin üstad şairleri arasında yer alan Naili (ölm. 1666) asrın kudretli ve şiirde mana derinliğini veren şairlerindendir. Hayatı hakkında fazla bilgi yoktur. Şiirlerine nazireler söylenmiştir. Bilinen tek eseri Divan'ıdır.

Şeyhülislam Behayi (1601-1653) devrin bir başka şairidir. Tacü't-Tevarih sahibi olan Hoca Sadeddin Efendinin oğlu olup, devlet memuriyetlerinde çalışmıştır. Bu şair de şiirinde, asrın diğer şairlerin de olduğu gibi ses güzelliğine düşkündür.

Asrın önde gelen iki mevlevi şairi Neşati (ölm. 1674) ve Cevri (ölm. 1654)dir. Neşati Edirne'de mevlevi tekkesinin şeyhidir. Hocalık vasfıyla tanınmış olup, Üstad-ı Üstadane-i Rumi olarak Esrar Dede tarafından Tezkiresinde zikredilmektedir.

Divan'ı eserlerinin başında gelir. Hilye-i Enbiya ve Şehrengiz'i vardır. Nef'i tesirinde bir şairdir.

Cevri ise Celaleddin-i Rumi'ye candan bağlı derviş, çalışkan ve sanatkar bir şairdir. Divan'ından başka Hilye-i Çaryar-ı Güzin, Aynü'l-Füyuz adlı eserleri de vardır.

Vecdi (ölm. 1660), Fehim-i Kadim (ölm. 1648), Nedim-i Kadim (ölm. 1670) asrın divan sahibi diğer şairleridir. Ancak bu asırda rubai tarzında Azmizade Haleti'yi anmak yerinde olur. Haleti ilim yolunu seçmiş müderris olmuş, kadılıklarda bulunmuş bir şairdir. Rubaileriyle haklı bir şöhret kazanmıştır. Divan'ından başka Sakiname'si ve Münşeat'ı vardır.

Yaşı bakımından 18. yüzyılın ilk çeyreğine de taşan Nabi, 17. yüzyılın terbiye ve tefekkür ekolünü açan şairdir. Asıl adı Yusuf olup, Urfa (Ruha)lıdır. Şiirlerinde açık fikre ve didaktik bir düşünceye yer vermiştir. Bu itibarla onda bir sadelik görülür. Rindane ve sufiyane söyleyişe sahiptir. Kadere rızası tamdır. Farsça şiirler de yazmıştır. Divan'ı, Hayriyye'si, Surname'si ve Hadis-i Erbain Tercümesi, manzum; Fetihname-i Kameniçe, Tuhfetü'l-Harameyn, Zeyl-i Siyer-i Veysi ve Münşeat'ı mensur eserlerini teşkil eder.

Bu yüzyılın mesnevi edebiyatında Nev'izade Atayi (1583-1636) ön sırayı işgal eder. Hamsesi Alemnüma, Nefhatü'l-İzhar, Sohbetü'l-Ebkar, Hefthan ve Hilyetü'l-Efkar adlı eserlerden meydana gelmiştir. Ayrıca Taşköprüzade'nin Şakayıku'n-Numaniyye'sine Hidayetül Hakayık fi-Tekmileti'ş-Şakayık adlı bir zeyl de yazmıştır.

Yine bu yüzyılda Miraciye ve Şehname'siyle mesnevi edebiyatı içinde görülen Ganizade Nadiri (ölm. 1626) mesnevi edebiyatı yönünden üstünde durulması gereken bir şairdir. Yukarda bahsedilen Nabi de Hayrabad ve Surname'siyle bu vadide anılması gereken bir şahsiyettir.

Asıl adı Alaeddin Ali olan Bosnalı Sabit bu asırda Nabi Mektebi tesirinde kalan bir başka mesnevi edebiyatı şairidir. Divan'ı bulunmasına rağmen o, şöhretini mesnevileriyle yapmıştır. Zafername en kuvvetli mesnevisidir. Edhemü Hüma adlı mesnevisi eksik kalmıştır. Derename ve Berbername adlı mesnevileri daha ziyade avamidir. Amr-i Leys adlı mesnevisi ise küçük bir eserdir. Ayrıca manzum olarak ele aldığı bir Hadis Tercümesi de vardır.

Bu asrın nesrinde ön sırayı işgal edenler Nergisi (ölm. 1635) ve Veysi (1561-1628)dir. Nergisi mensur olarak bir hamse kaleme almıştır. Eserlerinde hiç alışılmamış ve kullanılmamış kelimelere yer veren Bosnalı Nergisi, bunu bir itiyat haline getirmiş ve söz güzelliğini sanatlı söylemede aramıştır. Devrin nesir sahasında kurucusu ve öncüsü hükmündedir. Aynı zamanda şiirler de söylemiştir. El-Kavlü'l-Müselleme fi-Gazavati'l-Mesleme, Kanunü'r-Reşad, Meşakk-ül-Uşşak, İksir-i Saadet ve Nihalistan adlı eserleri hamsesini meydana getirir.

Alaşehirli Veysi de nesirle şöhret bulmuştur. Şiirleri de daha çok devrin ictimai meselelerine yer vermiştir. Dürretü't-Tac fi-Sahibi'l-Mi'rac adlı siyer kitabından başka Vakıaname veya Habname-i Veysi adlı eserleri vardır. Divan'ının dili nesrine göre açık ve sadedir.

Nesir sahasında diğer şahsiyetlerden biri de Katib Çelebi (1609-1660)dir. İstanbullu olan Katib Çelebi hususi hocalar vasıtasıyla yetiştirilmiştir. İlme bağlı ve ilmin zevkini tadan bir şahsiyettir. Onca cihadın büyüğü ilim elde etmek için çalışmaktır. Cihannüma, Keşfü'z-Zünun, Fezleke ve Mizanü'l-Hak onun bıraktığı en mühim eserlerdir.

Seyahat edebiyatı içinde yer alan Evliya Çelebi (doğ. 1611) ilmi, edebi ve tarihi bir şahsiyete sahiptir. Nerede ve kaç yaşında öldüğü belli değildir. 10 ciltlik seyahat kitabıyla Osmanlı Devletinin her tarafından bilgiler getirmiştir.

On yedinci yüzyılın nesir sahasındaki diğer şahsiyetleri, tarihi eser yazanlardır. Bunların başında Peçevi İbrahim Efendi (1574-1650)'dir. Tarih-i Peçevi adlı eseriyle meşhurdur. Mustafa Naima (1655-1716) ise kendi adıyla anılan Ravzatü'l-Hüseyn fi-Hulasat-i Ahbar-ı Hafıkayn adını verdiği tarihini Amcazade Hüseyin Efendiye ithaf etmiştir. Koçibey de alim, şair ve münşiler arasında yer alır.

Asrın kritiğini yapan eserler olarak karşımıza çıkmalarına rağmen, bu asırda görülen tezkireler 16. yüzyıl tezkirelerine kıyasla aşağıda kalırlar Nesir sahasında yer alan bu eserlerin başlıcaları; Riyazi Mehmed Efendi (1572-1644)nin Riyazü'ş-Şuara'sı; Kafzade Faizi (1589-1622)nin Zübdetü'l-Eş'ar'ı, Ali Güfti (ölm. 1677)nin Teşrifatü'ş-Şuara'sı; Asım (ölm. 1676)ın Zeyl-i Zübdetü'l-Eş'ar'ıdır.

Yine 17. yüzyılın nesir sahasında yazılan ve ihmal edilmemesi gereken eserleri Mesnevi şerhleridir. Asrın ilk büyük Mesnevi şarihi Ankaravi İsmail Rüsuhi Efendinin eseridir. Bostan Çelebi'den hilafet alan Şarih-i Mesnevi, Galata Mevlevihanesi Şeyhi olmuştur. Rüsuhi mahlasıyla şiirler de yazan Ankaravi'nin yedi ciltlik Mesnevi Şerhi'nden başka, Cami-ul-Ayat, Fatih-ul-Ebyat, Miftahü'l-Belaga, Misbahü'l-Füseha, Hüccetü's-Sema ve Minhacü'l-Fukara adlı eserleri de vardır.

Sarı Abdullah Efendi (1584-1660)de asrın Mesnevi şairlerindendir. Eserinin adı Cevahir-i Bevahir-i Mesnevi'dir. Ayrıca Nasihatü'l-Müluk, Düsturu'l-İnşa, Meslekü'l-Uşşak ve Semeratü'l-Fuad adlı eserlerini zikretmek gerekir.

Dönemlerine göre Osmanlı Türkçesi Edebiyatı için aşağıdaki bağlantılardan faydalanabilirsiniz:

Kaynaklar

  • Rehber Ansiklopedisi
Paylaş:
Yorumlar