Bir Telefonla Başladı
“Öğretmen önce esinlendirir sonra öğretir” yaklaşımını şiar edinerek okula koştuğum günler geride kaldı. Eksiksiz otuz yedi yıl süren, beni içtenlikle anlayan gerçek dostlarım çocuklar, öğrencilerim arasındaki günlerim sona erdi.
“Uzak köylerimizde kuşlar gibi
Her sabah çocuklar size uçar.
Ama küçük, ama büyüyen, ama güleç.
Alın benim gönlümden de o kadar.”
Öğrencilerimin ne uzak köylerde ne de kentlerde kuşlar gibi uçup cıvıl cıvıl şarkılar söyleyerek koşarak gelmeyecek artık bana. Emekli oldum! Öğrencilerimin okudukları, “Türküm, doğruyum, çalışkanım…” sözleriyle başlayan öğrenci andını da duyamayacağım.
Daha on sekiz yaşında çiçeği burnunda yeni mezun bir köy öğretmeni olarak ilk görev yaptığım köye gittiğim günü bugünkü gibi anımsarım. Derin vadilerin yamacına kurulmuş fındıklıklar ve öbek öbek ağaçlar arasında bir Doğu Karadeniz Bölgesi köyü. Debisi oldukça yüksek bir çayın kenarından dolana dolana uzayan patika bir yolda yürüyerek çıkabildim tek katlı okula.
İçimi saran tanımsız bir heyecanla kalbimin hızla atışlarını hissediyordum. Gelecek günlerim bu okulda geçecekti. Öğrencilik yıllarım bitmiş, öğretmenlik yıllarım başlamıştı. Bu kez öğrenen değil hem öğrenen hem öğreten olacaktım. “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” olarak ve de Atatürk ilke ve devrimlerini içselleştirerek öğretmen olmuştum. Öğrencilerimi bu ilkeler doğrultusunda yetiştirmek amaçlarımın içinde birinci sırada olacaktı.
İlkokul öğretmeni olmuştum. Hiç unutamadığım ilkokul öğretmenim gibi başarılı bir öğretmen olabilme kaygısı ve heyecanıyla bir an önce okulların açılması öğrencilerle kavuşmak istiyordum.
İlkokul öğretmenimin şu sözü çalışma yaşantımda yol gösterici olmuştur: “Görev namustur, görevini hakkıyla yapmayan namussuzdur!” Yurdumun en uzak, olanakları elverişsiz; yolsuz, susuz, ışıksız köylerinde tek amirim vicdanımla baş başa kalarak mesleğimi icra ettim. Bilir bunu köyler, kentlerin yoksul semtleri ve altı yurt dışı öğretmenlik yaptığım Almanya okulları.
Övünme olarak algılanmasın sözlerim. Güzel yurdumda çok başarılı, görev aşkına şapka çıkardığım saygın öğretmenler var elbet. Görev aşkımı ve azmimi ortaya koyarak ideal öğretmenlerimizin yolunda olmaya çalıştım. “Öğretmen yalvarmaz, öğretmen, boyun eğmez, öğretmen el açmaz, öğretmen öğretir.” Diyen Fakir Baykurt’un sözleri doğrultusunda bilim ve aklı önceleyen fikirlerimden hiç mi hiç ödün vermedim. Teftişime gelen müfettişler göreve devam etmemi öneriyorlardı. Sağlık sorunlarım bayrağı genç arkadaşlara bırakmamı zorunlu kıldı. Buna karşın göreve başladığım günlerdeki heyecanım hiç terk etmedi gönlümü.
Emeklilikte bir yıl çabucak geçiverdi. Oğlum ve kızım İstanbul’dalar. Güneşli güzel bir Haziran günü eşimle çocuklarımı, torunlarımız ziyarete gidiyorduk. Otobüsümüz İzmit Körfezi’nin kuzey sahili boyunca yol alırken körfezin mavi sularını seyrediyordum. Telefonum çaldı. Emekli olduğum okul müdürümdü arayan. Otobüste konuşmayı sevmem. Geri döneceğimi söyleyip görüşmeyi sonlandırmak istedim. Müdürüm çok kısa konuşacağını söyledi:
“Ağabey ‘bana öyle hitap ederdi’ bir özel okul müdürü arkadaşım aradı beni. Bir adet birinci sınıf öğretmenine ihtiyaçları varmış. Ben de sizi düşündüm. Telefon numaranızı vereyim mi?”
Nasıl cevap vermeliydim! Klasik bir söz vardır: Dünyaya yeniden gelecek olsa yine aynı mesleği seçerim. Ben de yaşama yeniden başlama olanağım olsa meslek olarak yine öğretmenliği seçerim. Seviyorum çocukları! Onlara olan sevgim terk etmedi beni. Birkaç saniye içinde bu duygular sardı benliğimi yine. Sevgili müdürümü bekletmek olmazdı. Cevap verdim:
“Telefonumu verebilirsiniz!” Sözleri çıkıverdi ağzımdan. Telefonu kapattım. Zaman ne gösterecek diye düşünceler kafamın içinde dolaşmaya başladı. Tıpkı ilk görev yaptığım okulu gördüğümde hissettiğim heyecanı hissetmeye başladım. Özel okula kabul edilmeme riski de vardı. İçimdeki meslek aşkı alazlanarak tutuştu. Önüme çıkacak engelleri aşmak sorun olamazdı. Yılların deneyimi ve pedagojik birikimime kendime güvenim tamdı. Sadece özel okulda ilk günler önemli olmalı diye düşünürken daha İstanbul’a varmadan telefonum yine çalmaya başladı. Arayan özel okulun müdürüydü. Benimle görüşmek istiyordu.
“Şu an İstanbul’a gidiyorum. Bir kaç gün sonra döneceğim.” Sözlerim havada kaldı. Müdür:
“Yarın öğleden sonra sizi okulda bekliyorum.” O özel okulun evime yakın olduğunu biliyordum. Sözü uzatmadım.
“Tamam!” dedim.
Ertesi gün İstanbul’dan döndüğümde daha öğlen olmamıştı. Duş, tıraş derken zaman su gibi aktı. Yanıma birisi doksan dokuz, diğeri yüz olan emekli olduğum okuldaki son müfettiş raporlarını alarak özel okula doğru yola çıktım. Dört yıl çalışacağım okula yürüme sadece yarım saatlik yolum vardı…
Ne güzel ne mübarek bir meslektir öğretmenlik. Helede ilkokul öğretmenliği... Çocuklar ilkokulda iyi bir öğretmenden iyi bir eğitim aldığı zaman öbür okulları ki "buna yüksek öğretimde dahil" sular seller gibi okuyor bitiriyor. Öğretmenlerimizin hakkını ödeyemeyiz. Sizin gibi idealist ve mesleğine aşık kıymetli ögretmenlerimize her zaman ihtiyaç olacaktır iyi ki tekrar "Okul özelde olsa" dönmüşsünuz ... Başarılar diler yürekten kutlarım değerli Hocam...