Faruk Bey ve Asiye
Bursa’da çok farklı bir hayatla karşılaştım. Küçük bir ilçede, bir gecekonduda yaşarken, birdenbire kendimi, bir ormanın ortasında, büyük bir ahşap konakta bulmuştum. Dedem ve Babaannem gerçekten farklı insanlardı. Anne tarafıma göre, daha kültürlü ve daha zenginlerdi. Anne evinde öğrendiğim ve sahiplendiğim ne varsa benden almaya çalıştılar. Her şeyi yanlış öğrendiğimi düşünüyorlardı. Sonunda başardılar da.
Bana verilen ismi bile değiştirmek istediler. Yedi yaşımda olmama rağmen, ismimi değiştirip, babamın ismini verdiler. Ve benim adım artık Ali değil, Faruk Ali olmuştu. Ben babamın bu evdeki temsilcisiydim artık. Büyük Faruk ölmüştü, ama yerine küçük Faruk gelmişti. Babamın acısını, benim varlığımla dindirebiliyorlardı. Onları mutlu etmemin tek nedeni, babama tıpatıp benzememdi. Burada ki ilgi benim de hoşuma gitmişti açıkcası. Başlangıçta zorlansam da, bu yabancılık çok sürmemişti çocuk kalbim, çevremde olan herkesi ve her şeyi sevmeye başlamıştı.
Bir çocuğun hoşuna gidecek her şeye sahip olmuştum. Tüm ilgi benim üzerimdeydi. Bana iyi ders veremediği için azarlanan hocalar, yemeğimi zamanında vermediği için kovulan aşçılar içerisinde, ister istemez farklı bir insan olmaya başlamıştım. Her şey yolundaydı. Hem öksüz, hem yetim olduğumu fark etmiyordum bile.
Ancak hiç yokluklarını hissetmediğim anne ve babamı, okula başladıktan sonra aramaya, ve özlemeye başlamıştım. Fotoğraflardan başka bir şey bırakmayan bu insanların, hayatımda o denli yer etmeye başlamasını anlayamıyordum. Baktığım fotoğraflar o denli tesir ediyordu ki bana, rüyalarımda ve hayallerimde anne ve babam ile ayrı bir dünya kurmuştum. Bu yokluk ve yıkıcı acı ben büyüdükçe içimde büyüyen bir balon gibiydi. Alıştığım bu yaşam düzeni, işte o zaman biraz bozulmaya başlamıştı. Çünkü hikayemi duyan herkesin bana karşı, bir çeşit acıma duymasını hazmedemiyordum bir türlü. Bir babaya ve anneye her zaman ihtiyaç duyuyordum her insan gibi. Kim ne yaparsa yapsın, ne kadar nazlı büyütülmüş olsam bile, her şey istediğim gibi yapılsa da durum aynıydı. O ağır hüznü içimden bir türlü atamıyordum.
Bütün erkek çocukları babalarını anlatmayı ne çok seviyordu. Herkesin babası en güçlüsüydü. Ve herkesin babası muhteşemdi. Ben bu sohbetlerden uzak duruyordum. Ama ne kadar uzak dursam bile etkileniyordum. Benim içimde sonsuzluğu uyandırdığı için mi acaba, gidip büyük ağacın altında, yeşil çimenlere uzanıp, her akşamüstü ağlıyordum. Sadece ağlamam gerektiğini hissediyor, kalbimin boşluğunun, anne ve baba yokluğundan oluştuğunu bir türlü kendime geçiremiyordum.
Konağımızın temizlikçisi Hafize Hanımın kızı Asiye, beni bu gizli ağlayışlarda
bulur teselli ederdi. Beni orada bulmaya alışmıştı artık. Birden bire sinsice belirirdi karşımda, gözyaşlarımı silmeye fırsatım olmazdı.
‘’Ne oldu Faruk?’’
‘’Hiç ne olacak? Aynı şeyler işte.’’
‘’Ne olur üzülme Faruk. Başka çocuklarda var senin gibi. Mesela onlara bakacak kimseleri
bile yok.
Senin annen ve baban öldü ama hiçbir zaman yalnız kalmadın ki...
Elbette hiçbir şey onların yerini tutamaz… Ya her şey daha kötü olsaydı? Yetimhanelerde büyüseydin.Sahipsiz olsaydın! O zaman ne olurdu? Bak ne güzel eviniz var, zenginsiniz.’’
‘’Hepsini Allah'a versek, annemi babamı geri verir mi Asiye?’’
‘’Ah canım benim!’’
‘’Niye böyle oldu ki? Neden benim başıma gelmiş anlamıyorum hiç’’
‘’ Dünya kötü bir yer Faruk!’’
‘’Dünya kötü mü bir yer Asiye?’’
‘’Evet canım benim! Dünya maalesef çok kötü bir yer.’’
O böyle konuştukça, ben onun canı oluyordum. Büyük ağacın altında beni dizine yatırıyordu. Saçlarımı okşuyordu. Acımı yüreğinde hissediyordu.
‘’Benim de babam yok Faruk. Tamam Anam var, çok şükür ama,
benim de Babam yok!’’
‘’Bugün çok korktum Asiye ben.’’
‘’Neden?’’
‘’Öğretmen, baban ne iş yapıyor diye soracak diye.’’
‘’Ah canım benim! Annen ve babanla buluşacaksın bir gün. O zaman üçünüz cennette bir köşkte olacaksınız. O zaman okul diye bir şey olmayacak. Böyle kimse olmayacak. Annen ve baban ile sonsuza kadar yaşayacaksın orada. Allah sen ne istersen verecek sana. Hem onlar seni görüyorsa, bu haline üzülüyorlarsa, kötü olmaz mı bu durum? Onlar istiyor ki, sen mutlu bir hayat yaşa ve en sonunda onların yanına dön.’’
Sadece benden altı yaş büyük olmasına rağmen, nasıl o kadar anaç bir tavırla davranıyordu, acılarımı dindiriyordu, anlamıyorum hâla…
Asiye ile bu dostluk en son ne zamana kadar sürdü, hatırlamıyorum. Ama tüm çocukluk anılarımı yokladığımda, her zaman en önde gelen isimlerden oldu. Bana bir nevi ablalık yaptı. Ve yeşil Bursa'nın ferah güzel günlerinde, tüm güzelliğiyle hafızamda yerini aldı. Ben zamanın geçeceğini ve her şeyin değişeceğini bilmeden, hayatıma devam ettim. Zaman geçti, ve her şey değişti.
…
Ben büyüdükçe, evdeki saygınlığım da büyüyordu. ‘Küçük bey’ olmaktan çıkmıştım artık. On beş yaşıma geldiğim zaman. İyi bir eğitim almıştım. Orta düzeyde Fransızca biliyordum. Fıkıh, siyer ve hadis ilminde, dedemin zoru ile kendimi geliştirmiştim. Bir lise öğrencisi olmama rağmen, çevremde benim kadar kendini geliştirmiş bir arkadaşım daha yoktu. Yüzme sporuna ilgim vardı. Ama o kadar başarılı olmadığım halde okul bana madalyalar veriyordu. Ben de bu gereksiz madalyalarla dedemi gururlandırmış oluyordum. Benim büyümem onun hoşuna gidiyordu.
‘’Tez 17 yaşına gir, evlendireceğim seni!’’ diyordu.
Artık beni Hafize hanım, yahut babaannem keselemiyordu. Bu dedemin emriydi. Ben artık büyümüştüm ve bunu ben de fark ediyordum. Bana yükledikleri sorumluluklar değişiyordu. Dışarıda insanların bana karşı duyduğu acıma ile karışık sevgi, artık bir saygıya dönüşmeye başlıyordu. Kimse başımı okşayıp, birkaç şey söylemiyordu. Artık büyük bir insana nasıl davranıyorlarsa, bana da öyle davranıyorlardı.
Asiye genç bir kızdı. Eskiden odama gelir benimle konuşurdu. Ama artık oda benden uzak duruyordu. Kendine özgü bir havası vardı. Sürekli düşünceli, ve umursamazdı. Sürekli dünyanın en önemli meselesini, düşünüyormuş gibi bir yüz ifadesi vardı. Her şeye kayıtsız ve umarsızdı. Tüm insanlardan uzakta, kendi içerisinde bir dünya kurmuş yaşıyordu. Kocaman siyah gözleri, siyah saçları, nedense siyah rengine benzeyen kokusu ile bende tarifsiz şeyler uyandırıyordu. Ama artık benim acılarımı paylaşmıyordu. Benim halimi sormuyordu. Bende bu yüzden ondan biraz nefret ediyordum artık. O eski günleri, özlemle yad ediyordum.
Bir yandan da Asiye’nin her gün Hafize hanımla bize gelmesini istiyordum. Okuduğum kitaplarda, tüm kadınlara onun yüzünü yerleştiriyordum. Bu esmer kız benden altı yaş büyüktü. Beni pek ciddiye aldığı söylenemezdi. Çocukluğumda bana sürekli ablalık yapmıştı. Bu yüzden aklıma farklı şeyler gelmiyordu.
Beni kardeşi olarak görüyordu, böyle düşünüyordum. Ve bende kendime zaten bir şey itiraf etmiyor, edemiyordum. Sadece ona yakın olmak istiyordum. Onu sürekli görmek ve sürekli etrafında dolaşmak istiyordum. O bana soğuk ve mesafeli davrandıkça, ben tahammül edilemez bir öfke ile doluyor, bazen tüm gece sinirden uyuyamadığım oluyordu. Tüm bu mesafeye karşılık ben de onu cezalandırıyordum. Bu zavallı kıza içimden sürekli kötü davranmak geliyordu. Yıkadığı elbiselerimi bilerek kirletip ona kızıyordum.
‘’Bir işi de iyi yapamaz mısın sen be?’’
‘’Ne yapmışım Faruk bey?’’ diyordu gözlerini büyüterek. Kara gözleri kocaman olunca, içimde bir şeyler kaynıyordu. Kendimi bozuntuya vermeden,
‘’Baksana şu lekelere, nasıl kızsın sen be! Seni dedeme söyleme vakti geldi sanırım?’’
Asiye korkuyla,
‘’Aman Faruk bey, lütfen yapmayın, çıkarın bir kez daha yıkayayım.’’ Diyordu.
‘’Aman istemez!’’
Sonra suratımı asıp odama gidiyordum. Birkaç kitabı, raflarından düşürüp,
‘’Asiye!’’
O hemen odamın kapısını açıp, yüzünden benden bezmiş bir ifade ile,
‘’Buyurun Faruk bey’’ diyordu. Ben birkaç saniye onu izliyordum.
‘’Bu kitaplar ne yapıyor yerde?’’
‘’Ben hiç girmedim buraya efendim.’’ Diyordu.
‘’Aman be! Çık dışarı çık!’’
Asiye dışarı çıkıyor, ben yatağa uzanıp, Asiye’yi düşünüyordum.
…
Onunla gidip insan gibi konuşmak nedense bana bir yenilgi gibi geliyordu. Neden benden uzak durduğunu, neden eskisi gibi, benimle ilgilenmediğini soramıyordum. Tüm paylaşılan acılar,o güzel sohbetler nereye gitmişti? Neden aramıza bu yabancılık girmişti? Buna dayanamıyordum. Onunla bir yabancı olmak tahammül edilemezdi. Ondan ne istediğimi ben de bilmiyordum. Ama içinde bulunduğum yalnızlıkta, biraz olsun acılarımı dindirsin istiyordum. Beni dinlesin, sevsin ve güçlendirsin istiyordum. Eskisi gibi bir dost olmak istiyordum. Ama o her an benden daha uzak bir yere doğru gidiyordu. Ve üstelik bir gün babaannemin, Hafize hanıma,
‘’Asiye’ ye şöyle güzel bir kısmet çıksa da, düğün görsek.’’ Demesiyle tahammül etme gücüm hiç kalmamıştı. Ve Asiye’yi başkasıyla düşünmek, beni ona maalesef aşık etmişti.
Bir yol bir çare aradım. Birkaç hafta onu ne çağırdım, ne azarladım. Ama o yine de bu sessizliği fark etmedi. Ve gelip bir şey demedi bana. Benim ona iyi ya da kötü davranmam umurunda bile değildi.
Büyük ağacın altına oturup, üzüntülü bir yüz ifadesiyle bekliyordum. Asiye bu durumu fark etmiyordu bile. Hiç sabrım kalmayınca eski halime geri dönmüştüm. Ama bu sefer daha acımasız olmuştum. Demek o benim üzüntülerimi görmezden geliyor ve ciddiye almıyordu.
‘’Sil şu ayakkabıları’’
‘’Çıkarın Faruk bey.’’
‘’Ne çıkaracağım be! Ayağımda sil.’’
O ayakkabılarımı silerken, ben bu garip kızdan ne istediğimi düşünüyordum.
Bilerek döktüğüm çaylar, altı kez ütülenen gömleklerim, yırtıp yırtıp diktirdiğim pantolonlarım Asiye’nin sabrını zorluyordu. Ama ne yapabilirdi, hiçbir şey.
Onun bu sabrı beni deli ediyordu. Neden diye sormaması beni kahrediyordu. Ve ondan nefret ediyordum. Bu nefret öyle bir duruma gelmişti ki, geceleri uykulardan uyanamama neden oluyordu. Aklımı kontrol edemez bir duruma gelmiştim. Artık ne yaptığımı, ne istediğimi iyiden iyiye düşünmüyor, anın getirileriyle, Asiye’ye zarar vermeye devam ediyordum.
Ayakkabımı sildiği bir gün, bu kin, onun saçını çekmeme neden olmuştu. Asiye birden titreyerek ağlamaya başlamıştı. Onun ağlamasıyla, bacaklarım tir tir titremeye başlamıştı. Daha fazla direnemeden, kendimi Asiye’nin yanına diz çökmüş bulmuştum. Gözlerim dolmuştu. Ona,
‘’Odama gel’’ dedim. Koşarak odama geçtim. İçimdeki nefretin, aşka bulanmış bir vaziyette, kalbimin tam ortasını işgal ettiğini o zaman kendime itiraf ettim.
Asiye birkaç dakika sonra odama geldi, yine aynı umarsızlığı ile,
‘’Buyurun Faruk bey.’’ Dedi. Hiçbir şey olmamıştı sanki.
Nereden başlayacağımı bilmiyordum. Ona ne diyecektim. Ondan utanıyordum. Gözlerim doluyordu. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ama ağladım. Ellerimi yüzüme kapadım ve ayların verdiği yorgunlukla ağlamaya başladım. Gözlerimi açtığımda Asiye bana bakıyordu.
‘’Özür dilerim’’ dedim.
‘’Estağfurullah’’ dedi.
Artık uzatmanın bir anlamı yoktu.
‘’Asiye sen neden bana eskisi gibi davranmıyorsun?’’
‘’Nasıl?’’ dedi.
‘’Hani beni dinlediğin zamanlardaki gibi? ‘’
‘’Siz artık bir çocuk değilsiniz Faruk bey. Size böyle davranmam gerekiyor.’’
‘’Beni hiç sevmiyorsun değil mi?’’ diye sordum.
‘’Sizin çocukluğunuzu çok seviyorum’’ dedi.
‘’Asiye, ben seni seviyorum.’’
Asiye bu sevgiden bir şüphe duymadı.
‘’Sevdiğiniz için mu işkence?’’ dedi. Sesi aynı mağrurlukta, her şeyden çok uzak bir tondaydı. Ne hissettiği anlaşılmıyordu.
‘’Senin beni Faruk bey olarak görmenden ötürü.’’
Asiye’ye doğru yürüdüm. Ona yaklaştım ve,
‘’Hâlâ ellerin saçlarımda dolanıyor gibi hissediyorum. Bana en yakın olan sendin hep. Ama şimdi beni kimsesiz bıraktın.’’
Asiye bendeki bu değişimi anlamıyordu. Söylediğim şeyleri ve tutumumu şaşkınlıkla karşılıyordu.
‘’Ben de sizi seviyorum Faruk bey. Siz bizim elimizde büyüdünüz.’’
‘’Peki’’ dedim. ‘’Ben sizin elinizde büyüdüm.’’
Asiye odadan çıktı. Ve bir süre onunla hiç ama hiç konuşmadım…
…
İçim yine de rahattı. Çünkü Asiye ile düşmanlığım bitmişti. Ama şimdi içimde, alev alev büyüyen bir aşk mevcuttu. Yaptığım şeyden ötürü, kendimle övünüyordum. Mutlu hissediyordum. İstediğim olmuştu. Asiye ile ilişkimiz eskisine nazaran daha iyi sayılabilirdi. Ama aşk her zaman daha fazlasını istiyordu. Sevgimi bir çocuk sevgisi olarak görüyordu belli ki. Hiçbir şey değişmemişti aslında. Sadece ona kötü davranmıyordum. Ama o yine beni pek ciddiye almıyor, kendi havasında yaşıyordu. Bu durağanlığa bir son vermek istiyordum. Yine eski halime dönmenin bana bir faydası yoktu. ama Asiye’nin bana karşı kayıtsızlığı beni mahvediyordu.
Biraz daha risk almam gerekiyordu. Aşk en korkak çocukları bile, en cesur savaşçılardan daha korkusuz bir hâle getirebiliyordu. Ciddi bir karar aldım. Dedemin ve babaannemin bana karşı tutumlarını değiştirecek bir hata olabilirdi bu. Ama sonunda yaptım. Ona sevgimin, nasıl bir sevgi olduğunu söylemek istedim. Aşk, bilinmek istiyordu. Birkaç gün süründüm durdum. Bir bahanem yoktu ona merhaba demek için. Ama en ilkel yöntemimi denememe bir engel yoktu.
. Yine bir gömlek ütületme bahanesi ile odama çağırdım.
‘’Buyurun Faruk bey’’ diye girdi içeri. Son zamanlarda davranışlarım onun bana karşı duyduğu saygıyı arttırmıştı. Çirkeflikler yapmadığım için, vereceğim emrin ciddi olacağını düşünüyordu. Hiç zaman kaybetmeden lafa girdim,
‘’Yaklaşık bir haftadır uyuyamıyorum Asiye.’’ Deyince, yüzünde bir şaşkınlık oldu. Ou şaşırtabilmek bile zordu. Ama başarmıştım.
‘’Neden efendim? Yatağınızda bir sorun mu var?’’
Elim ayağım birbirine dolaşıyordu. Ayakta daha fazla duramadım. Yatağa oturdum. Bir süre sonra, midem iyice bulanmaya başladı. Heyecan bana fazla gelmişti. Başımı yastığa koydum. Pencereden içeri düşen gölgelere baktım. Bir kuş camın kenarında uzun uzun öttü. Asiye’ye bir yanıt vermedim. Asiye usul usul odadan çıktı. Bu benim için, bir reddediliş sayıldı o an.
Her şey daha da kötü olmuştu. Aşkımı dolaylıda olsa anlatmış ve beklediğim gibi bir yanıt almıştım. Ama azda olsa, kendime itiraf edemediğim bir umudum vardı.
Ve mutsuzluğum evdeki herkesin dikkatini çekiyordu. Ama kimsenin bir şüphesi yoktu. Asiye ile konuşmuyordum artık. İçimin yükü her geçen gün daha da ağırlaşırken ona karşı yenilgimi kabul ettim. Derslerim yoğun diyerek, evde değil okulun yatakhanesinde kalmaya başladım. O benim için neler ifade ediyordu? Düşünüyordum. Ve çıktığım tek nokta, ona aşık olmamdı. Beni bıraktığı yalnızlıktan ötürü ondan nefret ediyordum aynı zamanda.
Dedem bir hafta sonra beni gelip eve götürdü. Bursa’ geldiğimden beri, ilke bu kadar uzun süre ayrı kalmıştık. Bu kadar ayrılığa dayanabildiler artık. Gözle görülür bir çöküş vardı vücudumda. Bu dedemi ve babaannemi çok üzdü. Üstüme düşmeye başladılar. Ama ser verip sır vermedim. Aşkı en derinimde gizleyip, en yakın arkadaşıma bile açmadım.
Eve dönsem bile, ruh sağlığım yine iyi değildi. Bu Asiye’yi bile vicdana getirmişti. Ama bu kez benim bir beklentim yokken olmuştu.
Birkaç gün sonra, bana getirdiği ballı süt ile odamın kapısın vurdu.
‘’Gel’’ dedim. Sütü masaya bıraktı. Ve kapıya doğru yürüdü. Yine beni umursamadan çıkıp gidecek diye düşünürken, kafasını uzatıp dışarıyı kontrol etti. Kapıyı kapatıp masanın kenarına elini dayadı, yüzünü yere eğdi, bana bakmıyordu,
‘’Eğer bu kederin nedeni ben isem, bu evden giderim Faruk bey. Lütfen kendinize bu kadar zarar vermeyin’’ dedi. Çok az çalışan beynim ilk kez bir kurnazlık yaptı ve,
‘’Eğer iyi olmamı istiyorsan, bana bir ayrıcalık tanı’’ dedim.
‘’Sizin için her şeyi yaparım.’’
‘’Eski çocukluk günlerimiz hatrına, şu yatakta yanıma uzanır mısın?’’
Asiye başını yerden kaldırdı,
‘’Lütfen daha akla yatkın şeyler isteyiniz.’’
‘’Her şey akla yatkın olsaydı, yer yüzü daha başka olurdu Asiye.’’
‘’Nasıl olurdu?’’
‘’Çok sıkıcı olurdu. Kocaman mutsuzluklardan başka bir şey olmazdı.’’ Asiye hiç ses etmedi. Ben devam ettim konuşmaya.
‘’Bir kardeş gibi, lütfen! Sadece beş dakika.’’
‘’Bunun size ne faydası olur efendim, lütfen beni zor duruma koymayın.’’ Dedi. Kibir abidesi ben, aşk karşısında yelkenleri suya indirdim. Oturduğum yataktan fırladım, elimdeki kitabı bir köşeye fırlattım. Gidip bacaklarına sarıldım ve başımı kaldırıp,
‘’Sana yalvarıyorum!’’ dedim.
Asiye şaşkın bir şekilde, ellerimden kurtuldu ve usul usul yürüyerek yatağın kenarına geldi. Gözleri hafif ıslanmış bana baktı, sonra yatağın kenarına uzandı.
Ben ise odanın kapısını kilitledim ve yatağa doğru yöneldim. Büyük bir utançla yatağa uzandım. He şey rüya gibiydi. Asiye’nin arkasından sarıldım ve saçlarını kokladım. Ve aylardır süren bu amansız hastalık bir nebze rahatladı. İşte ona kavuşmuştum. Sarılıyordum. Dokunabiliyordum. O buradaydı. Yanımdaydı. Kokluyordum.
‘’Sizinle ne yapacağız Faruk bey böyle?’’ Dedi.
‘’Bana eski güzel günlerdeki gibi davran.’’ Dedim.
Asiye bir süre sustu. Ben o şekilde ölmeye, ve o şekilde gömülmeye razıydım o zaman.
‘’Bana bakın küçük bey! Çok olmaya başladınız’’ diyerek bana doğru döndü. Kocaman gözleri karşımda idi. Kokusu yastığıma siniyordu. Yüzünde uçarı bir gülümseme bana bakıyordu. Ben ise birden tanıdıklaşan bu mimiklerden aldığım güçle ona sıkı sıkı sarıldım. Ve ağladım.
‘’Seni çok seviyorum Asiye. Lütfen bana bu kadar uzak olma. Lütfen beni sahipsiz ve yalnız bırakma. Yalvarırım bu kötü dünyada beni sessiz ve nefessiz koyma! Sen benim her şeyimsin. Sana yaptıklarımı affet.’’
Onunla göz göze gelmemek için başımı yukarı doğru kaldırmıştım.
‘’Ben seni affettim Faruk ama sen bize yaptıklarını nasıl affedeceksin, bu durumu kimseye anlatamayız. Dedeniz şu durumu görse, beni bu şehirden sürer, o sana valinin, kaymakamın kızını düşünürken, sen kendinden altı yaş büyük, bir hizmetçiye aşık oluyorsun. Lütfen akıllı ol. Ben de seni seviyorum. Ama bu sevgi farklı bir sevgi biliyorsun.’’
Yanımdan kalktı ve odadan çıktı. Hem çok mutsuzdum, hem de çok mutluydum. Asiye artık biliyordu her şeyi. Ona sarılmıştım. Af dilemiştim. Ama şimdi ortaya bir soru çıkmıştı, ben ondan ne istiyordum. Dedikleri doğruydu. Bu işe kimse izin vermezdi. Bunu dedeme söylemem bile, Asiye’nin evimizden sonsuza kadar gitmesine neden olurdu. Henüz liseyi bile bitirememiştim. Dedemin ön gördüğü evlilik yaşından iki yaş ufaktım.
Bir ay gibi bir süre, Asiye’yi gözlerimle sevdim durdum. Onunda bakışları bazen bana değiyor ve ufak tebessümler oluyordu aramızda. Yarı umutlu, yarı umutsuz bir vaziyette yaşadım gittim. Asiye’yi bir daha odama çağıramadım. Bir daha öyle güzel şeyler yaşayamadım. Ama onun kalbini kazanmış olmak hep beni iyi hissettirdi.
…
Her şey olağan seyrinde giderken, Hafize hanımda, Asiye’de birkaç gün gelmediler. Bunu merak edip, sormam bir şüphe uyandırır diye iki gün boyunca dedeme soramadım bile. Ama sonunda sabrım taştı,
‘’Dede bu Hafize hanım nerede?’’
‘’Sen Hafize’yi mi merak ediyorsun, yoksa Asiye’yi mi?’’ dediği anda kafamdan aşağı kaynar sular döküldü. Hiç yanıt vermeden olduğum yerde put gibi kaldım. Utanç yüzüme kadar vurmuş, yanaklarım kızarmıştı.
‘’Ulan küçük oğlan, o senin ablan yaşında be! Bak yataklara düştün, hasta oldun. Şimdi bir çobanla evleniyor. O senin dengin mi oğlum? Yaşını başını almış bir kız! Sen okumuş etmişsin, o daha elif bilmez.’’
Dedemin her şeyi biliyor olmasının şaşkınlığıyla, Asiye’nin başka biriyle evleneceğinin verdiği acıyla, dakikalarca orada durdum. Koca Bursa’da bir bakkal dedemin korkusundan cesaret edip bana bir paket sigara satmadı. Ama bir çocuktan tütününü aldım. Hayatımın ilk sigarasını o gece içtim. Tüm gece Asiye’nin evini izledim durdum. Çıkmadı, etmedi.
Ertesi gün yine aradım durdum onu. Ortalıkta yoktu. Umutsuz eve döndüm. Hafize hanım, Asiye’yi bize getirmişti. Vedalaşsın diye. Ben odama çıktım. Aradığım, bir türlü bulamadığım Asiye meğer burnumun dibindeymiş. Odamın camından kapıyı izledim. Eğer kapıdan çıksaydı, koşup peşine düşecektim. Ne yapıp edip konuşacaktım onunla. Ben beklerken nasıl oldu izin aldıysa, Asiye odama geldi. Kapıdan,
‘’Faruk bey müsait misiniz?’’ dedi.
Ben heyecanla ayağa kalktım. Tüm durgunluk üzerimden uçtu gitti.
‘’Gel!’’ dedim.
Asiye’yi karşımda görünce, yüzümde bir tebessüm oluştu. O da bana acıyla güldü.
‘’Gelebilir miyim demedim, müsait misiniz diye sordum.’’ Asiye gülümsedi.
‘’Boş bulundum işte.’’ Dedim. Kalbimin attığını sanki ilk kez hissediyormuş gibi, rahatsız oldum.
‘’Seni haylaz, sigara kokuyor bu oda’’ dedi. Kendimi güçsüz hissediyordum. Yatağa oturdum.
İnsanı boğazlayan bir sessizlik oldu daha sonra. Sustuk. İkimizde konuşamıyorduk. Kelimeler aklımda dolaşıyordu ama bir türlü sesim çıkmıyordu. Kim bozacak bu sessizliği diye düşünürken sonunda o,
‘’Ben sanırım gideceğim Faruk.’’ dedi.
Ben o lafını bitirmeden,
‘’Bence kabul etme Asiye.’’ Dedim. Asiye bana doğru geldi,yanıma oturdu, bir anne gibi saçlarımı okşadı.
‘’Ah benim küçüğüm, neyi bekleyeyim?’’
‘’Bana küçük deme Asiye. Ben büyüdüm, büyüdüm ve sana aşık oldum. Beni bekle, kim ne derse desin, seni alacağım ben.’’
Asiye gözleri yaşlı,
‘’Siz erkekler üç dört yıl boyunca bir kadına verdiğiniz sözü asla tutamazsınız. Hadi Faruk bunları geçelim ne olur? İçimi yakma. Hiç aklımdan çıkmıyorsun kaç zamandır. Seni üzmek istemiyorum. Benim için çok değerlisin. Benim için çok şey ifade ediyorsun, ama o dediğin çok başka bir şey. Ben bu durumu kabul etmesem bile bir daha bu eve dönemem, deden benim hakkımda ne düşündüğünü biliyor, anlamışlar. Buraya geldiğimden haberi bile yok! Öyle utanıyorum ki!’’
Ben bu dar vakitte, ona ne kadar çok şey söylersem, o kadar iyidir diye düşündüm.
‘’Senin ile tüm hayatları yaşamak isterdim Asiye. Tüm zamanlarda seninle yaşamak isterdim.’’ dedim.
Asiye’nin gözleri dolu dolu bana bakıyordu. Ben kendime bile açamadığım her şeyi ortaya dökmeye karar vermiştim bir kere. Aşk kalbimden dilime doğru hücum etmeye başlamıştı.
‘’Seni günün her saatinde öpmüş olmak isterdim. Sabahları seninle kalkmak, geceleri seninle yatmak isterdim. Aynı eşyaları kullanmak isterdim. Bizim dediğimiz onlarca şeyimiz olsaydı keşke.’’
‘’Faruk ne olur yapma böyle!’’ Asiye’nin gözünden bir damla yaş düşmüştü.
‘’Sen böyle şeyleri söyleyecek bir çocuk muydun? Çok şaşırdım inan!’’
‘’Ben de şaşkınım Asiye.’’
‘’Bana aşıktın madem, neden bir köpeğe davranır gibi davranıyordun? Neden kötü kalpli bir zengin gibi davranıyordun?’’
‘’Çünkü sana aşıktım Asiye! Sevgi ne kadar güzel bir şey olsa da, aşk biraz barbarca. Nefret ile yan yana. Benden uzak durduğun için, bu yüzden sana her zaman kötü davrandım.’’
‘’Ben bu kadar büyük bir aşka düştüğünü bilmiyordum ki? Sen daha küçük bir çocuksun Faruk. Bu bir heves olabilir. Tüm bunlar seni etkileyen o kitaplardan esintiler olabilir anladın mı? Ve başka bir şey daha olabilir. Yani söylemek zor.’’
‘’Neymiş zor olan söyle bakalım.’’
‘’Yani annesizliğin verdiği o yalnızlığı benimle dindirmiş olabilirsin. Belki beni o boşluğa koymak istiyorsun.’’
‘’ Evet Asiye, senin benim annem olmanı isterdim. Ya da kız kardeşim olmanı isterdim. Senin benim hayatımın bir yerinde olmanı isterdim. Ama bir yabancısın işte. Beni avutan, beni dizine yatıran, kimsesizliğimi dindiren, beni büyüten kadın sensin. Ama bir yabancı gibisin işte. Ve sadece hatıralarda kalacak kadar eskiteceksin beni. Buna tahammül edemiyorum. Her ne olursa olsun içimde seninle yaşamak istiyorum. Ve amacım sadece sana sahip olmak değil, senin de bana sahip olman. Ben çok yabancıyım her şeye. Koca Dünya’da başıma gelecek en kötü şeyler geldi. Annesizlik ve babasızlık… Şimdi de hayatımın ilk aşkı bir hüsran ile sona eriyor. Bu imkansızlık beni hasta ediyor. Buna katlanamıyorum. Benim olmayışına ve benden uzak olmana dayanamıyorum.’’
Asiye ellerini yüzüne kapamış, hıçkırıklarla ağlıyordu. Ben artık açılmıştım. Söylediğim şeylere ben de şaşıyordum.
‘’Senin o kendine has gülüşünle beni her sabah uyandırmanı isterdim. O siyah saçlarının arasında uyumak isterdim. Ağzını, dilinden daha iyi tanımak isterdim. Seni bana katmak isterdim. Benim bir parçam olmanı çok isterdim. Sen konuşulunca, akla ben gelmek isterdim mesela. İster kabul et, ister etme. Sen benim her şeyimsin Asiye. Biraz ölmüş annem, biraz hiç olmamış kardeşim, biraz hayat arkadaşım, biraz aşkımsın. Ben herkesi bırakır giderim gerekirse ama sen ona gitme.’’
‘’Of her şey çok zor.’’ Diyordu Asiye, bir yandan gözyaşlarını elinin tersiyle siliyordu.
‘’Sen bana benzeyen tek şeysin. Tek ait hissettiğim kişi sensin. Ve bugün seni de kaybediyorum. Hem de hiç kazanamadan. Hiç doyamadan. Yaşımdan büyük bir işe mi kalkıştım yani! Annem ve babam öldü, bu nasıl kaderse, sana aşık olmakta benim kaderimmiş Asiye. Katlanmaktan başka çarem yok.’’
Asiye başını kaldırdı, gözleri ağlamaktan şişmişti. Kendini zorda olsa durdurdu. Bana doğru iyice yaklaştık. Sıcak ve titrek nefesi, çeneme vuruyordu. Daha sonra boynuma sarıldı. Ben de, o da deliler gibi ağlamaya başladık. Odanın kapısına inen birkaç sert yumrukla irkildik.
Kapıyı açmak zorundaydım. Çünkü kapıdaki dedemdi. Kapıyı açar açmaz çok şaşkın bir vaziyette bizi süzdüler.
‘’Ne bu hal, bre deyyuslar’’ dedi. Dedem,
‘’Anam! Asiye rezil ettin bizi, anam! Çık dışarı.’’ Dedi Hafize Hanım.
Hatice kafasına bir kötek yedi kaçarken. Ben ilk kez dedeme karşı gelerek,
‘’Ben bu kızı seviyorum, dede. Ya bana alırsınız, ya da ben çeker giderim.’’
‘’O nasıl laf oğlum!’’ diye bağırdı dedem. Ama ben daha fazla dayanamadım, utançla kaçtım evden. Benden beklemedikleri bir şeyi ilk kez yapıyordum. Evliliğe ve kadınlara ilgisiz sandıkları benden, böyle bir hareket gördükleri için, kim bilir ne kadar şaşırmışlardı? O günün akşamı utançtan eve dönemedim. Ertesi gün de bundan böyle geçti. Yeşil Bursa’nın yaz gecelerinde; iki gün sokaklarda geçti, aç susuz bir şekilde. Bir türlü eve dönecek cesaretim yoktu. ama dedemin eli kolu çok uzundu, yakalanmam çok sürmedi.
Bir polis memuru, camide su içerken gördü ve tanıdı beni. Zorla tutup eve götürdü. Belki de ilk kez dedemin bastonun tadına bakacaktım. Her şeye hazır bir şekilde, kapıyı çaldım. Olan şeyler, ne kadar utanç verici, diye düşündüm. Ama yüzleşmekten başka çare yoktu. Kapıyı dedem açtı.
‘’Düğünün var, sen ortada yoksun deyyus’’ dedi. içeriye baktığımda Asiye bana gülümsüyordu.
Biz de gülümsedik öykünün sonunda Kutlarım Halis bey