Kumarbaz
Birkaç olaydan esinlenerek yazdığım kısa bir öyküdür. Doğru ve yanlış nedir? üzerine...
***
Gözlerini açtı…
Yüzüne keskin bir soğuk hava vurdu. Kafasını oynatmaya çalıştı ama başaramadı. Sadece çevirebildiği gözleriyle sağa sola bakındı. Yüzüne gökten ince ince bir kar dökülüyordu. Ayağa kalkabilmek için ellerini ve kollarını kullanmak istedi ama sadece sol elini oynatabildiğini fark etti. Nerede olduğunu, neden burada bulunduğunu hatırlamaya çalıştı fakat kafası allak bullak, düşünceleri darmadağınıktı. Burası neresiydi? Yarım yamalak çağrışımlar geçip gidiyordu kafasından. Durdu, amaçsızca ne yaptığını ve niye olduğunu bilmeden beklemeye başladı.
Uçağı hatırladı. Öncesinde bir havaalanı… Sonra çığlıklar, bağrışmalar… Yüreği çarpıyordu, vücudunu oynatamıyor oluşundan dolayı tamamen panikliyor kendisini delirecek gibi hissediyordu. Derin derin soludu. Sonra aniden bağırdı “yardım edin” diye ama sesini duyan olmadı muhtemelen. Çünkü cevap veren yoktu. Burası neresiydi? Ne diye burada yerde yatıyordu soğukta, açık havada? Uğultulu bir rüzgar esiyordu. Kafası boşaldı ve kendisini öylece bıraktı. Çaresizlik, umutsuzluk... Gözlerine düşen kardan gözkapaklarını kıpırdattı. Sonra aklına geldi. Ayağa kalkacaktı. Bir kere daha deneyecekti. Ellerini yere bastırıp doğrulmak istedi, herkesin yapacağı bir davranışla... Ama sadece sol elinin tepki verdiğini bir kez daha farketti. Derin bir soluk aldı, ne yapacağını bilemeden bir kez daha beklemeye bıraktı kendisini.
Artık yavaş yavaş anımsıyor ve bir sıraya koyuyordu zihninde. Rüzgarın uğultusu, ilerideki ağaçların hışırtısı olduğu anladığı seslerle birbirine karışıyordu, arada bir köpek havlaması işitmeye de başlamıştı. Anımsıyordu… Eskişehir'den otobüse binerek İstanbul'a gitmiş, orada iki gece konakladıktan sonra havaalanına geçerek bir gece vakti uçağa binmişti. Kuyruğa girdiğini, tarayıcı aygıtlardan geçtiğini, üzerinin arandığını gördü düşüncelerinde. Farklı milletlerden insanların sırada bulunduğunu yavaş yavaş hatırlıyordu. İçeride beklerlerken az ilerde oturan Alman genç bir çift gülüşerek bir şeyler konuşuyordu. Polonyalı bir adam tuvalete giderken köpeğine “Gijmot” diye hitap ederek sonra kendi dilinde bir şeyler söylemişti ve geride unuttuğu sırt çantasını göstermişti. Köpekte koşarak gitmiş ve çantanın yanında beklemişti.
Evet uçağa binip Amerika'ya Las Vegas'a gidiyordu, çünkü kendisi bir kumarbazdı. Bu ikinci gidişiydi ışıltılı şehre. Uçaklarda, otobüslerde uyumaya alışkındı, bindikten bir süre sonra gözlerini kapatarak uyumuştu. Sonra çığlıklarla bağırtılarla uyandığını hatırladı. Yapılan anonsları yeniden duydu sanki. Kemerlerini bağladıkları, başlarını ellerinin arasına aldıkları hepsi gözünün önünden geçti.
Burası neresiydi bilmiyordu ama uçak düşmüş olmalıydı. Yavaş yavaş anlıyordu, kendine geleli yarım saati geçmişti. Ama herhangi bir yardım veya müdahale belirtisi görünmüyordu. Belki de ıssız bir yerdi burası, başka bir insan sesi de duymuyordu. Her şey ihtimal dahilindeydi, Uçaktan kimse sağ çıkmamış olabilirdi, kendisi uzak bir yere savrulduğu için bulunamıyor olabilirdi. Bunları düşündükçe yüreği çarpıyor, nabzı artıyordu. Hafiften yağan karın altında gökyüzüne baktı, burada yapayalnız donarak ölecekti belki de. Birkaç kere daha bağırdı ama karşılığında hiçbir ses duymadı arada havlayan köpeğin sesinden başka. Yavaş yavaş umudunu kesiyordu. Kafasını oynatamıyor, gözlerini sağa sola çeviriyor, ileride ağaçlık bir alan görebiliyordu sadece. Sonra birden bir ağlama sesi duydu, kulak kabarttı. Rüzgarın sesinin arasından işitmeye çalıştı. Dikkatle dinledi, kesilip devam eden, susan sonra tekrar başlayan bir bebeğin ağlama sesiydi bu. Kafasını oynatmaya çalıştı ama yine beceremedi. Sesin ne taraftan geldiğini dinledi. Kendisine göre sol tarafta başının biraz arkaya doğru çaprazına düşüyordu. Gözlerini olabildiğince o tarafa doğru çevirmeye çalıştı. Boynunu zorladı, ama olmadı. Fakat gözlerini geriye doğru kaydırdığında karların ortasında tek başına duran bir şey gördü. Dikkatini verdi, evet bu bir bebek olmalıydı. Bağırdı, yardım istedi, kendisini ayağa kaldırmaya çalıştı ama nafile. Başaramıyordu… Bebek artık gittikçe daha fazla ağlıyordu. Şu anda o da sadece kendisi için değil artık bebek için de endişelenip üzülüyordu. İçinden türlü çeşitli küfürler etti kendisine ömrünü kumar yolunda heba etmiş ve nihayet işte sonu burada gelecek gibi görünüyordu, o uçağa bindiğine lanetler okudu. Sonra bebeğin sesi gittikçe artmaya başladı, acıkmış ve üşüyor olmalıydı. Arkadan köpeğin sesinin havlamasını duydu. Büyük bir çaresizlik içinde sessizliğe gömülmüş ne yapacağını bilmeden öylece bekliyordu, bütün umudunu kesti. O uçağa neden binmişti ki? Neden binecekti, sebebi çok basitti; kendisi bir kumarbazdı ve kumar oynamaya gidiyordu. Artık büyük paralarla oynuyordu hem de son 6-7 yıldır. Çok iyi yabancı dil biliyordu; İngilizce, Almanca, Arapça ve Rusça anlayıp konuşabiliyordu. Kendisi bir kumarbazdı. Ben bir kumarbazım diye söylendi içinden kendi kendine. Sonra birden aklına bir şey geldi, evet o bir kumarbazdı, hayatta yapabildiği tek şey kumar oynamaktı. Ve yine yapabildiği şeyi yapacaktı. Burada bu koşullarda kumar oynayacaktı. Düşünmeye başladı, işi buydu… Sözcükleri, sayıları, şekilleri, yüzleri aklında çok iyi tutabiliyordu, çünkü kumar oynarken çok işine yarıyordu bunlar. Düşündü ve mutlulukla yüzü hafifçe gülümsedi. Ya da öyle sandı. Hayatının son kumarını oynayacaktı ama bu kez kendisi için değil. Tüm soluğunu toplayıp zihnen yoğunlaşarak düşündü. Sonra bağırdı: “Gijmot!” Ardından aynı kelimeyi bir daha bağırdı ve dinledi. Bir daha bağırdı, dinledi. Tekrar bağırdı… Kendisi bağırdıkça köpeğin havlaması ona karşılık veriyordu. Israrla ve inatla bağırmaya devam edip dinledi. Her seferinde dinliyordu, bir süre sonra artık köpeğin seslerinin kendisine doğru yaklaşmaya başladığını ayrımsadı. Birkaç dakika sonra başında iri bir köpek gördü. Kendisine sakince bakıyordu. Biraz daha düşündü, bu kısım biraz zor oldu. Tüm gücüyle yoğunlaştıktan sonra aradığı sözcüğü de anımsadı. Sol kolunu kaldırarak bebeğe doğru işaret etti ve “Hronik” dedi. Hatırlıyordu, çantanın sahibi korumasını isterken köpeğe tam olarak böyle söylemişti. Bir daha söyledi aynı şeyi kolunu ileri doğru uzatarak. Köpek bir kendisine bir İlerideki bebeğe doğru baktı. Birkaç adım bebeğe doğru gidip geri döndü, geride yatan sahibinin cesedine baktı. Artık karar verme sırası köpekteydi. Düşündü bir süre, birkaç adım sahibine doğru ilerledi. Ama bunu gören kumarbaz inatla aynı komutu tekrarladı. Hayvan tekrar düşündü, bir biçimde sahibinin öldüğünü anlayabiliyordu. Yeni verilen komutu yerine getirmeyi seçerek bebeğe doğru koşmaya başladı. Yanına vardığında soğuktan tamamen üşümüş olan üzerinde kalın bir giysi bulunan bebek yerde yatıyor ve artık daha yorgun bir biçimde ağlıyordu. Köpek sahibine doğru tekrar baktı ve doğru olanın bu olduğunda kanaat getirdi, bebeği bekleyecekti. Kumarbaz gözünün ucuyla köpeğin yerde yatan bebeğin üzerine doğru yaklaşıp onun üzerine geçerek ezmeyecek biçimde ayaklarıyla hafifçe çöktüğünü gördü ve sıcak tutmaya çalıştığını anladı. Evet kendisi bir kumarbazdı ve yine kumar oynamıştı. Son yıllarda çok paralar kazanıyordu ama hayatında daima beyninin bir köşesinde bir pişmanlık dururdu bastırılmış bir biçimde. Ne kadar büyük bir zevkle oynarsa oynasın, daima gizli bir ur gibi orada bekleyen bir pişmanlık. Ama bu kez o yoktu o tuhaf his. Bir kez daha kumar oynamıştı ama tek bir fark daha vardı; bu kez sonucunu göremeyecekti. Çok iyi biliyordu. Yine de yapabileceği tek şeyi yapmış olmanın huzurunu duyumsuyordu içinde…
***
Bir silah patlaması sesi duyuldu. Yaşlı adam ihtiyaten havaya ateş etmişti. Karları çiğneyerek gelen bir çizme sesi bebeğin başında kesildi. Yerde kanlar içinde yatan ve hırıldayarak kan kaybetmeye devam eden köpek birkaç adım ilerideydi. İki tane boğulmuş kurt daha ötede yatıyordu. Yaşlı adam bebeğin üzerine eğildi, hafiften ağlıyor olduğu için yaşadığını anlaması uzun sürmedi. Bebeği alarak koşar adımlarla ilerideki jipe doğru götürdü ve kapıyı açarak içeriye bıraktı sonra çabucak geri dönüp elindeki tüfeği yerde yatan köpeğin üzerine doğrulttu. Elini tetiğe koydu… Tam basacakken vazgeçip köpeği de boynundan tutup sürükleyerek götürüp jpin arkasına attı, şansını denemeye karar vermişti, bu fırsat verilmeliydi. Sonra geriye doğru dönüp baktı, ileride büyük bir enkaz ve paramparça olup çevreye saçılmış pek çok metal yığını ve eşya görünüyordu. Arabaya bindi, telsizini alıp İsviçre Almancası ile bir şeyler konuştu sonra kontağı çevirdi.
1. Gijmot: Leh dilinde “Grizmot” kelimesinin okunuşu. Gökgürültüsü demektir. Köpeğin adı.
2. Hronik: Gırtlaktan gelen H harfi ile söylenir. Leh dilinde “Chronić!” sözcüğünün okunuşudur. “Koru!” demektir.
© Deniz Karakurt - "Öyküler" kitabı
Her hakkı saklıdır. İzinsiz alıntı yapılamaz, paylaşılamaz.