Mensur Şiir ve Örnekleri
Mensur şiir, 19. yüzyılın yarısında Fransa'da doğmuştur. Fransız edebiyatı şairlerinden Charles Baudlaire ve S. Mallerme'in mensur şiirleri vardır.
Mensur şiir, alışılmış şiirin dışında, ölçü ve uyak kullanılmadan, düz yazıya yakın bir tarzda yazılan şiirlerdir. Zaten “mensur” sözcüğünün kökü “nsr”; dilimizdeki daha yaygın kullanımı ile düz yazı anlamına gelen “nesir”’dir. Diğer adı ile mensure olan bu şiirde, şiir özellikleri korunmak için iç uyak gözetilmiş, imgelerden faydalanılmıştır ama şekil olarak düz yazı biçimdedir.
Bu şiir türünü, Fransız şairi Charles Baudelaire edebiyatta yaygın hale getirmiştir. Eser olarak da 1869 yılında yayımladığı Küçük Mensur Şiirler gösterilir. Fransız Edebiyatında gittikçe yaygınlaşan bu şiir biçimi, Türk edebiyatına Servet-i Fünun sayesinde girmiştir. Servet-i Fünun zamanında, Türk edebiyatçılarının yüzünün Fransa’ya dönük olması sayesinde mensur şiir edebiyatımıza girmiştir.
Tanzimat döneminde bile yani edebiyatımızın en yenilikçi zamanında bile eski edebiyat şekillerini bırakmayan ediplerimiz elbette ki bu şiir biçimine hemen kucak açmamışlardır. Servet-i Fünun döneminde edebiyatımıza giren mensur şiir, en iyi örneklerini Cumhuriyet döneminde vermiştir.
Edebiyatımızdaki ilk mensur şiir örneğin Halit Ziya Uşaklıgil’e aittir. Halit Ziya Uşaklıgil, 1889 yılında Mensur Şiirler adlı kitabını yayımlanmıştır.
Servet-i Fünun ya da diğer adı ile Edebiyat-ı Cedide şairleri tarafından kullanılan mensur şiir, onlar dağıldıktan sonra yerlerine geçmeye talip olan Fecr-i Aticiler tarafından da bol bol kullanıldı. En parlak zamanını ise Milli Edebiyat döneminde yaşadı. Zaten mensure adı da XX.yy’dan sonra verildi.
Halit Ziya Uşaklıgil’den başka mensur şiir örneğini veren diğer önemli ediplerimizden bazıları şunlardır:
- Hayatını edebiyatla kazanmak üzere askerlik mesleğini bırakan Mehmet Rauf, Siyah İnciler adı ile 1901 yılında neşrettiği eserinde mensur şiirlere yer verdi.
- Mili edebiyat akımının önemli temsilcilerinden olan Yakup Kadri Karaosmanoğlu, 1922 yılında Erenlerin Bağında adlı eserini yayımladı. Bu eserinde mensur şiir örnekleri bulunmaktaydı.
- Daha çok edebiyatçılarla söyleşilerini derlediği “Diyorlar ki” eseri ile tanıdığımız Ruşen Eşref Ünaydın, 1929 yılında yayımladığı Damla Damla adlı eserinde mensur şiirlere yer verdi.
Mensur Şiir Özellikleri Nelerdir?
Mensur şiirlerin özelliklerini maddeler halinde saymaya çalışalım:
- Eski edebiyatın aksine bu şiirlerde başlık vardır. ( Divan şiirinde şiirin başlığı şiirin yazıldığı nazım şekline göre, redifine ya da her ikisine göre idi: Fuzuli’nin “su” redifli kasidesine başlık olarak “su kasidesi” demesi gibi…)
- Şiirde kullanılan uyak, ölçü gibi kalıplar mensur şiirde yoktur. Ölçü ve uyak kullanılmadan yazılan şiirlerdir.
- Düz yazıdan elbette ki farklıdır. Şiirde görülen az sözle okuyucuyu etkileme ihtiyacı burada da vardır. Bu bakımdan da mensur şiirde cümleler kısa ve özdür.
- Söyleyiş olarak yine şairane bir söyleyiş hakimdir.
- İç uyum dediğimiz bir ahenk vardır. Şair bunu sözcüklerle yakalar ve hissettirmek istediği duyguyu daha baskın söylemek için kullanır.
- Tasvirler burada da önemli yer tutar ( En azından Servet-i Fünun dönemi için). Tasvir yapılan cümleler diğer cümlelere göre uzundur.
- Ünlemler ve seslenişler çok sık kullanılır. Bu aslında okuyucunun ilgisini çekmek için kullanılan bir yöntemdir.
- Mensur şiirin uzunluğu ya da kısalığını şair belirler. Herhangi bir kurala bağlı değildir. Genelde uzun olurlar.
- Mensur şiir, tüm Servet-i Fünun döneminde olduğu gibi bir arayışın ürünüdür ama bu arayış Tanzimat döneminde başlamıştır. Recaizade Mahmut Ekrem ve Abdülhak Hamit'in mensur şiire benzeyen şiir örnekleri vardır. O dönemde pek göze batmamış ya da üzerine gidilmemiştir. Ama sonuçta Servet-i Fünun şairlerinin hemen hemen hepsi Recaizade Mahmut Ekrem’den okulda edebiyat dersi almışlardır; belki de mensur şiirin bu kadar yayılmasını sağlayan bir öğretmenin öğrencisine destek vermesinden doğmuştur.
Kaynak: Atilla Özkırımlı, Türk Edebiyatı Ansiklopedisi, c. 3, s. 843
Mensur Şiir Örneği
Erenlerin Bağından - Yakup Kadri Karaosmanoğlu
Yıllar yârlardan, yârlar yıllardan vefasız. Kara baht bir kasırga gibi. Bu ne baş döndürücü iş? Geceler günleri, günler geceleri kovalıyor; cefalar cefaları kolluyor. Saçlarımızda aklar akları, alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Kadere boyun eğmek güç, isyan tehlikeli, felek hiç acımayacak mı? Heyhat, aziz dost, onu döndüren kara bahtın kasırgası...
"Bahçeler bozuldu, yuvalar dağıldı, yollar silindi, cihan viran oldu." Yaşlı gönül şimdi böyle diyor; her şeyi kendine eş görüyor. Bu da yanlış duygulardan biri... Cihan ne vakit bayındır idi? Bahçelerde ne vakit güller açtı? Ne vakit yuvalarda bülbüller öttü? Yollardan ne vakit yârlar geldi? Umduk, bekledik, düşündük. Hangi şey umduğumuza uygun düştü? Gördüğümüz düşündüğümüze benzedi mi? Gelenler beklediğimize değdi mi? O mutlu ve yüce saat hangi saatti ki, içinde iken "Geçme! Dur!" diye haykırdık? Hiçbiri, aziz dost, hiçbiri! Belki hepsini geçsin gitsin diye bekliyorduk; çünkü onlar birbirinden çirkin, birbirinden yararsız saatlerdi. Kimi bir damla gözyaşıyla, kimi tek bir "Eyvah!" ile kimi bir esnemeyle, kimi yalnız susmayla dolup gitti. Onlar birer birer yeniden gelsin ister misin? Hayır, hayır, hayır; değil mi?
Şimdi kalbimiz boş, başımız doludur. Ağzımızda zehir, gözlerimizde ateş var; tatsız bir içki sersemliği içindeyiz. Ve artık yolun ortasını geçtik ve saçlarımızda aklar akları ve alnımızda çizgiler çizgileri doğuruyor. Ve ellerimiz, dizlerimiz titriyor ve önümüzdeki ufuklardan yok olma havası esiyor. Söyle, gençliğini ne yaptın? Söyle, gençliğimi ne yaptım?